Her sene, Aralık ayının bu dönemleri “asgari ücret dönemi” olarak biliniyor artık. Önceleri kimseleri ilgilendirmeyen asgari ücretin “temel ücrete” dönüşmesi gibi, kamuoyunun ilgisinin de asgari ücret toplantılarına kayması artık yeni normalimiz. İleri mi gitmişiz, geri mi gitmişiz, tartışılır.
İsmi pek bir heybetli, tumturaklı olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun müteaddit toplantılarına da alıştık. Önce bir giriş, sonra gelişme ve nihayetinde de sonuç toplantıları.. Peki neden defalarca toplanıyorlar da bir defa da hallolacak basit bir meseleyi bir sürece yayıyorlar?
Tek bir toplantı yapılsa ve bu toplantı misalen 8-10 saat sürse ve mesele hallolsa olmuyor mu? Ekonomik veriler elde hazır değil mi, işçi ve işverenin talepleri belli değil mi zaten? Neden bu süreçle oyalanıyor kamuoyu?
Asgari ücrete yapılacak zammı sürekli olarak “enflasyonla mücadele” bağlamında ele alma huyu var hükümet ve işveren kanadında. Halbuki ücret artışının enflasyona yansımasının düşük düzeyde olduğu yönünde karşı bir görüş de var. Enflasyon beklentilerini besleyeceği meselesine gelince, beklentilerin kırılamamasını tamamen ücret artışlarına yapılan/yapılacak zamlarla ilişkilendirmek kolaycılık değil mi?
Deutsche Bank Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Araştırma Direktörü Christian Wietoska, Türkiye’deki asgari ücret artışlarının enflasyon üzerinde belirleyici bir etkisi olduğunu belirterek, “Yüzde 30’un üzerinde bir asgari ücret artışı, enflasyon görünümünü zorlaştırır. Asgari ücretteki her yüzde 10’luk artış, enflasyonu yaklaşık yüzde 3-3,5 artırıyor” demiş. Küresel sermayeye de bu nedenle olsa gerek yüzde rakamının telaffuz edildiği söylenmişti. TCMB Başkanı’nın yurt dışı temasları esnasında yüzde 25 rakamını telaffuz ettiği basına yansımış, ancak banka tarafından reddedilmişti.
Geçtiğimiz günlerde “asgari ücret zammı yüzde 25’i aşmamalı” diyen MÜSİAD Başkanı’nın ardından, geçen hafta da İstanbul Ticaret Odası Başkanı, “hedeflenen enflasyonu” yani üstü kapalı olarak yüzde 21 rakamını telaffuz etmişti. Merkez Bankası’nın 2025 yılı enflasyon hedefi olan yüzde 21’i!
Hadi açlık sınırı, yoksulluk sınırı gibi ölçütler kabul edilmiyor. En azından resmi bir rakam olan yeniden değerleme oranı göz önünde bulundurulabilir ücret artışında.. “Hedeflenen” enflasyon gibi afaki bir rakam yerine devletin vergi, harç ve cezalara yani vatandaşın gider kalemlerine yaptığı zam ölçüt alınabilir ve bunun altında bir rakam konuşulmaz bile. Bu sene devlet yeniden değerleme oranı kadar yani yüzde 43,93 oranında artırdı vergi, harç ve cezaları. Bunun altında bir oranı konuşmamak gerek o zaman.
Tabii, asgari ücretin “sefalet ücreti” olduğunu konuşuyoruz ama birçok işveren onu bile vermiyor. “Sanayinin çarkları Suriyeliler sayesinde dönüyor” argümanının arka planında yatan asli unsur “asgari ücretin bile altında kalan ücretler” aslında.. Çarkların dönüşünü “sefalet ücretinin” bile altında kalan ücret politikası sağlıyor yani.
Sosyal medyada “Suriyeliler gitti, atölyeyi mi kapatayım” diyen esnaf da, “Suriyelilerin geri dönmesi istihdam üzerinde olumsuz etki yapar” diyen iş adamları da bu realiteyi söz konusu ediyor aslında.
Bu durum iş gücü piyasasındaki bozulmayı gösteriyor ama her ne hikmetse bunun konuşulması veya tartışılması yerine 1 ay boyunca asgari ücretin kaç olacağı tartıştırılıyor kamuoyuna. Bir müsamereden, tiyatrodan farksız bir hale sokulan Tespit Komisyonu da bu “cambaza bak” oyununa alet ediliyor.
Türkiye’deki yaşam maliyetleri ve ekonomik koşulların gerçekliği ortadayken, hala birtakım afaki rakamlar üzerinden bir süreç yürütülmesi ve milyonlarca insanın da buna katlanacak olması, bu tespit sürecinin adil ve sonuca odaklı bir yapıda olmadığını ortaya koyuyor. Ortaya çıkacak sonucun da tatminkar olmasını beklemek, mevcut açıklamaları göz önüne alınca pek de olası durmuyor.