Yüce Allah’ın bahşettiğinden başka onur, O’nun verdiğinden başka üstünlük yoktur. İnsanlar dünya hayatlarında itaat ve kulluk görevlerini yerine getirdikleri oranda izzet ve üstünlük sahibi oldukları gibi; milletler de topluca isyan ve tuğyandan kaçınıp “ilayi kelimetullah” davasına sahip çıktıkları oranda izzet ve itibar sahibi olmuşlardır, olurlar.

Kâinatta her şey ince bir hesap üzerine yürür. Tesadüfe asla yer yoktur. Kevni olayların tümü bu kanunlara göre oluştuğu gibi sosyal ve siyasi olayların tümü de bu kanunlara göre cerayan eder. Yani yükselişin sebebi sünnatullaha yani Allah Teala’nın koyduğu değişmez kanunlara uygun davranmak olduğu gibi, çöküşün sebebi de bu kanunlara muhalefet etmektir. “Bundan önce gelip geçen (ümmet)ler hakkında sünnetullah (Allah’ın kânunu) böyledir. Ve Allah’ın kânununda asla bir değişme bulamazsın!” (Ahzab, 62).

İslam milletlerinin yüzünü Batı’ya çevirmelerinden sonra bir türlü sırtlarını doğrultamamalarının temelinde yatan gerçek budur. Kurtuluşu, izzet ve şerefi batılılaşma da, onları taklit etmekte, İslam dünyasını bir ateş topuna çeviren Allah’ın düşmanlarını dost ve müttefik görmekte arayanlar zillet çukurundan asla çıkamayacaklardır. “İzzet, şeref ve galibiyet Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir; fakat münafıklar bilmezler” (Münafikun, 8).

Müminler dostlarını tanıdıkları gibi düşmanlarını da tanımak; müminleri sevmek zorunda oldukları gibi kâfir ve münafıklara da buğz etmek zorundadırlar. “Allah’a ve Âhiret Günü’ne iman eden bir topluluğu, Allah’a ve Resulüne karşı duran hiçbir kimse ile isterse o kimseler babaları veya çocukları veya kardeşleri veya sülâleleri olsun, karşılıklı sevgi ve dostluk içinde görmezsin” (Mücadele, 22).

İslâm fıkhında temel kural şudur: “Zulme rıza zulüm ve küfre rıza küfürdür.” Bunun için kâfir ve münafıklara sevgi gösterilemeyeceği gibi hoşgörü ile de bakılamaz. Hayatını İslam ve Müslümanlara karşı mücadele etmekle, müminleri aşağılamakla geçirmiş, dini hayatı diline dolamış olanlara hoş görü ile yaklaşmak onların bu fikir ve eylemlerini onaylamak ve cesaretlendirmek anlamına gelir. Yüce Allah değil zulmü, zalimlere azıcık olsun meyledenleri bile dehşetli azap ile tehdit etmektedir. “Sakın zalimlere (sevgi beslemek, yağcılık yapmak veya yaptıkları işlere rıza göstermek suretiyle) meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemlik olursunuz). Allah’tan başka yardımcılarınız da yoktur; sonra azabından kurtarılamazsınız” (Hud, 113).

Bu konuda Resulûllah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Amellerin en üstünü Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” (Ebu Davud, 4599).

İmam Gazali (r.h.) İhyau Ulumu’d-Din isimli ölmez eserinde “Allah’için buğz etmek” başlığı altında şunları zikretmektedir:

“Allah için seven her bir kula vacip olan, Allah Teala’nın buğzettiğine buğzetmek, kızdığına kızmak ve Allah Teala’nın huzurundan uzaklaştırdığı kimselere düşmanlık etmektir. Her kim, birisini Allah’a itaat ettiği ve Allah katında sevgili bir kul olduğu için seven birisini severse; O’na isyan ettiğinde de buğz etmesi gerekir. Nasıl sevgi gerekli ise onun zıddı olan buğz da aynen onun gibi gereklidir. Bu ikisi birbirinin lazımıdır ve asla birbirinden ayrılamazlar.

Abdullah İbni Mes’ud (R.A.) şöyle demiştir: Kişi Kâbe’de rükün ile makam arasında 70 yıl ibadet etse yine de sevdikleri ile beraber hasrolunur” (İhyau Ulumu’d-Din).