Yıllardan beri yerimizin Avrupa Birliği olmadığına,
Müslüman olmamız sebebiyle Avrupalılarda yüzyıllardan beri devam edip gelen bir
düşmanlık olduğuna, kısacısı AB ile kan uyuşmazlığımızın görüldüğüne dikkat
çekiyoruz. Buna rağmen bu memlekette küçük bir grubun Avrupa sevdası sebebiyle
ülkemiz ve insanımız sürekli olarak itilip kakılıyor, horlanıyor, hakkımızda
kararlar alınıyor. Ve buna millet olarak tahammül göstermekte bize düşüyor.
Bunun son örneği geçtiğimiz gün AİHM nin 1974 Kıbrıs Harekatımız sebebiyle
ülkemizi Rumlara 90 milyon Euro tazminat ödemeye mahkum etmesi oldu. Kararın
açıklanmasının ardından bu kararın bağlayıcılığının olmadığı, uluslararası hukuka
aykırı olduğu yetkililerce açıklandı. Bu açıklamalar doğru bile olsa böylesine
bağlayıcılığı olmayan, uluslararası hukuka aykırı olduğu bilinen bir kararı
AİHM nin almış olması önemli değil mi Bize göre, Türkiye yi yargılama yetkisi
olduğunu düşünmesi, düşünmekle de kalmayıp cezalandırması esas üzerinde
durulması gereken husustur.
Kaldı ki, kararı veren heyette bizim de bir temsilcimiz
var ve temsilcimiz karara sonuna kadar direnmesine rağmen sonuç üzerinde etkili
olmamış. Çünkü kararlar çoğunluk esasına göre alınıyor. Bu gerçeği
hatırlatmaktan maksadım, AB ye girdiğimiz takdirde -alacaklarını sanmıyorum- örgütün tüm
organlarında Hristiyanlara göre azınlıkta kalacağımıza göre sürekli olarak
aleyhimizde kararlar çıkmayacak mı Sadece AİHM i kastetmiyorum AP de da benzer
durum ile karşılaşmayacak mıyız Alınacak kararlarda Hristiyan değer yargıları
belirleyici olmayacak mı Hatta yüzyıllardan beri içlerinde gizledikleri çoğu zaman gizlemeye bile gerek
duymadıkları- düşmanlıkları ile kararlar almayacaklar mı
Bu bakımdan son AİHM kararı gözümüzü açmaya vesile olursa
Bir musibet, bin nasihatten etkilidir atasözü hükmünü icra etmiş olacaktır.
Aksi halde körü körüne AB ne gireceğiz diye tutturan Batı nın arsız âşıkları
yüzünden ülkemizin mahkûmiyeti sürüp gidecektir. Derdim AB ya da Hristiyan
dünyaya yönelik düşmanlık duygularımı dile getirmek değil. Çünkü düşmanlığın da
anlamı olmadığını düşünüyorum. Nasıl ülkemizde çeşitli farklılıklara rağmen
birlikte yaşamak durumundayız, dünya üzerinde de bu farklılıklara rağmen barış
içinde yaşamının gerektiğine inanıyorum. Derdim, barışın faturasını sürekli
olarak bizim ödememiz; bize ödetilmesi. Buna karşı çıkıyorum. Bunu sömürün bir
başka yolu olarak görüyorum. Uluslararası platformda kararlar çoğunluk esasına
göre alınıyorsa ve biz Müslüman bir ülke olarak orada tek başına bulunuyorsak
ya BM Güvelik Konseyi nde 5 daimi üyenin olduğu gibi bizimde veto etme hakkımız
olmalı ya da bu tür organizasyonlardan ülkemizin çıkarlarını korumasını
beklememek gerekiyor. Mevcut AB üyelerinin bazılarının bazı kararlara uymama
şartı söz konusudur.
Bunun için kendi ülkemiz sınırları içine çekilmek, tek
başımıza yaşamamız gerekmediğini de görmek durumundayız. Batı dünyası
karşısında direnen İran ın bu Haçlı ordularına karşı siperini koruyabilmiş
olması önemli bir örnektir. Yeter ki biz Batı karşısında zayıf, geri kalmış
psikolojisi ile ezilip büzülmekten kurtulalım. Bunun için tüm dünyaya savaş
ilan etmeye de gerek yoktur. Uygulanacak şahsiyetli politikalarla muarızlarımız
geriletilebilir. Ama Mavi Marmara olayının ardından önce sert çıkıp sonra
İsrail saldırısında şehit düşen kardeşlerimizin hesabı ödenecek tazminat ile
kapanma noktasına gelmiş ise AİHM in aldığı karara karşı geçerliliği yok
şeklindeki açıklamalarla kendimizi kandırmaya devam ederiz. Kısacası, Müslüman
ülkeler yöneticilerine karşı sergilenen sert ve katı tavrın hiç olmazsa
yarısını batılılara karşı ortaya koymak durumundayız.