Önceki yazımızda, Anadolu’da yaklaşık 900 sene hükümferma olan devletlerin anayasalarının Kur’ân-ı Kerim olduğunu belirtmiştik. Bu durum Osmanlı Devleti’nin inkırazına kadar devam etmiştir. Ancak Osmanlı’nın son zamanlarında, hukuk sisteminde Avrupa’nın istekleri istikametinde tavizler verildiği görülür. Bu tavizlerin de bir türlü ardı arkası kesilmeyecektir. Ta ki Osmanlı Devleti tarih sahnesinden silininceye kadar… Meselâ Avrupa, mürtetlere verilen idam cezasının kaldırılmasını istemiştir. Bunun sebebi sonradan anlaşılacaktır. Şöyle ki: Tanzimat Fermanı’ndan sonra (1839), Osmanlı yurdunda çığ gibi azınlık okulları açılmaya başlanmıştır. Yaklaşık on sene içerisinde 750 azınlık okulu açılmıştır. Bununla da yetinilmemiş, “yetimler yurdu”, “dul kadınlar sığınma evi”, “fakirleri koruma cemiyeti”, “jimnastik kulüpleri” gibi masum isimler adı altında düzinelerle kuruluş faaliyet göstermeye başlamıştır. Bunların iki temel hedefi vardır: 1) Misyonerlik çalışmaları yapmak, 2) O tarihe kadar devlete itaatsizlikleri görülmeyen Ermenileri isyana hazırlamak. Frankenştayn misali, o tarihe kadar devlete itaatsizlikleri görülmeyen insanları âdeta canavara dönüştürmek… (Bu uzun hikâyenin anlatım yeri bu konu olmadığı için kısa kesiyoruz.) Misyonerlik faaliyetlerinin neticesinde İslâmiyet’i terk ederek Hıristiyan olanların sayısı birkaç kişidir. Ancak Avrupa ve Amerika önceden tedbir olarak mürtetlere verilen ölüm cezalarının kaldırılmasını istemiş ve bunu da kabul ettirmişlerdir. Bu kanun çıkmadan önce Kahramanmaraş’ta yaşanan “Mürtet Mustafa olayı” Avrupa basınında genişçe yer almıştır. Mürtet olan bu kişi mahkemeye çıkartılmış, hakkında idam cezası verilmiş, bu kişi daha sonra Batı ülkelerinin diplomatlarının marifetiyle yurt dışına kaçırılmıştır.
İşte bu gibi tavizlere rağmen, 1876 Anayasası’nda yine İslâmiyet’e ve hilâfet makamına sıklıkla vurgu yapılmıştır. Şimdi 7 Zilhicce 1293’te (23 Aralık 1876) ilan edilen Anayasa’nın bazı maddelerine bakalım:
“Madde 3- Saltanat-ı Seniye-i Osmaniye hilâfet-i Kübrâ-yı İslâmiyeyi hâiz olarak sülâle-i Âl-i Osman’dan usûl-i kadimesi veçhile ekber evlada âittir.
Madde 4- Zât-ı haziret-i pâdişahi hasbe’l hilâfe din-i İslâmın hâmisi ve bilcümle tebeai Osmaniyenin hükümdar ve padişahıdır.
Madde 7- (Bu madde padişahın görev ve yetkilerinin sıralamakta ve bunlar arasında; ‘ahkâm-ı şer’iye ve kanuniyenin icrası’ olduğu belirtilmektedir. Madde 11- Devlet-i Osmaniye’nin dini, din-i İslâm’dır. Bu esası vikaye ile beraber asayişi, halkı ve âdâb-ı umûmiyeyi ihlâl etmemek şartile memâlik-i Osmaniye’de mâruf olan bilcümle edyaın serbesti icrası ve cemaat-ı muhtelifeye verilmiş olan imtiyazât-ı mezhebiyenin kemakân cereyanı devletin tahd-i himayesindedir.”
1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet devrinde 1876 Anayasası’nın mer’iyette olduğu belirtilmiş, ancak 1909’da bazı maddeleri değiştirilmiştir. 1914’te de yine aynı anayasanın 7., 35. ve 43. maddelerinde değişiklik yapılmıştır. Ancak, devletin dininin İslâm olduğuna ve hilâfet müessesesine dair hükümlere dokunulmamıştır.
1921 ve 1924 Anayasalarında da İslâmiyet ve hilâfet müessesesi ile ilgili hükümler temel maddeler olarak yer almıştır. Bu Anayasalara bakmadan önce TBMM İcra Vekilleri’nin (Bakanlar Kurulu’nun) Suret-i İntihabına Dair kanun”a bakalım. Zira bu kanunda en mühim bakanlıklar, yine İslâmî kimliği tedâ ettirmektedir. Şöyle ki:
2.5. 1336 (1920) tarihli 3 no’lu kanunun 1. Maddesinde yer alan bakanlıkların sıralamasında, ilk sırada, “Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı” yer almaktadır. Yani şeriat işlerine bakacak bakanlık kabinede yer almıştır. Yine aynı maddede “Adliye ve Mezâhip (Mezhepler) Bakanlığı” da bulunmaktadır.