“O sizin yaşadığınız Türkiye eski Türkiye. Ora bitti, vedalaşın; uyanın, uyanın. Türkiye artık bambaşka bir ülke.”
Son bütçe görüşmelerinde, ana muhalefet partisine cevap verirken söylemiş bu cümleleri Milli Eğitim Bakanı.
Saadet Partisi Milletvekili Mesut Doğan hatırlatıyor: 21 yıldır aynı parti iktidarda ama şu anda 7’nci Hazine ve Maliye Bakanı görevde; Milli Eğitim Bakanı 9 kez değişmiş.
21 yıllık AKP iktidarının bugün adı hatırlanmayan 8 Milli Eğitim Bakanı, eski ve yeni kelimelerini kullanarak mukayeseli tartışmalar başlatmadılarsa, “Artık bambaşka bir ülke” olan Türkiye’yi ya fark etmemişlerdir ya da kabul etmemişlerdir.
Meclis’te oy kaygısı olmayan iktidarların, bilhassa ana muhalefet üstünden tüm muhalefeti kündeye getirmek istemesi yeni değildir, hep ola gelmiştir.
Demirel’in “Binaenaleyh yeni Türkiye’de katrilyonları telaffuz etmeyi öğreneceksiniz”, Özal’ın “Alışırsınız, alışırsınız” sözleri akıllara ilk gelen iddialardandır.
Öğrenme ve alışma devirlerini atlatan Türkiye’de bugün, uyanma günlerine ermiş insanlar; AKP sayesinde.
2018 yılına kadar itiraz tonu yüksek seslerle ve hatta sicimli gösterilerle muhalefet yapan MHP’nin, Cumhur İttifakını oluşturması, erken uyanma sayılmış olmalı.
“Türkiye artık bambaşka bir ülke!”
AKP’liler yaptıklarını söylüyorlar; Meclis’te zabıtlara yazdırıyorlar.
“ Gazze’de camiler ve kiliseler bombalanırken, Mor Efrem Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’ni açan AKP iktidarıdır.”
AKP Grup Başkanı M. E. Akbaşoğlu’nun “Türk öğün, çalış, güven” etiketli cümlesiymiş bu.
Anlatıma dikkat istiyoruz!
“Gazze” bir kasaba adı vezninde söylenmiş beş harflik bir kelime... İçinde ne bir acı var, ne de yaşadığı katliam çağrıştırılıyor.
“Camiler ve kiliseler bombalanırken...”
Sanki eşit sayıdalar. Bombaları da eşit intibaı verilen bu cümlede, kabule uygun gizli bir savunma var: Hıristiyanlar da bir şey yapamıyorlar İsrail’e, tıpkı bizim gibiler.
‘’Mor Efrem Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi.”
“Bir kilise daha” yahut “Süryani Kilisesi” diye anlatsalar açma eylemlerini, maksat hasıl olmayacak mı? Tüm sıfatlarını sıralamak hangi endişenin neticesidir?
Bir örneğimiz de ana muhalefet partisi sözcüsünden olsun. Meclis kürsüsünden sesleniyor Ali Mahir Başarır.
“Marmara gemisinde ölenler için bu ülkenin Başbakanı, ‘Bana mı sordular’ dedi.
Bu ülkede kolayı, neskafeyi yasakladınız. Ama bunların makinalarını gemilerle İsrail’e yolladınız.
İsrail’in Gazze’yi işgalinden kısa bir süre önce Netanyahu ile karşı karşıya gelen bu ülkenin Cumhurbaşkanı ne yaptı? ‘Aaa dedi, kravatlarımız aynı imiş; pişti olduk.’
Pişti olmak! Yeni Türkiye işleri…
Kravat? Heybetli, isabetli, necabetli, nefasetli; medyalarında yüz bin şirinlik gücünde.
Yeri ve milli hal.
Meclis kürsüsünde son nefesine kadar Milli Görüş’ün destanını okuyan Hasan Bitmez’in, zabıtlara AKP’nin sicil notunu kelime kelime işleyen Hasan Bitmez’in “Kurtulamayacaksınız!” ahı daha kulaklarında iken, Türkiye’yi eski ve yeni tanımıyla takdim eden bakanın bahse konu o sözünü bir daha okuyoruz.
“O yaşadığınız Türkiye eski Türkiye. Ora bitti, vedalaşın; uyanın, uyanın! Türkiye artık bambaşka bir ülke.”
AKP’nin Sayın Bakanına şunları sormak mümkün: sizler, müşteki olduğunuz o eski Türkiye’den çıktınız! ‘’Dava’’lı geldiniz, ‘’Davacı’’ oldunuz.
Ora, siz çıktınız diye mi bitti? Nelerini tükettiniz?
Türkiye başka bir ülke olduğuna göre, içinden bir daha AKP çıkmayacaksa vedalaşalım, ama sizinle.
Fakat biz yine de Sayın Bakanın “Uyanın, uyanın!” haykırışında bir umut, bir istikbal gördük. Sanki içeriden ikaz ediyor gibi. Hatta uyanın, uyanın ünlemesini, yalvarma yüklenmiş bir küheylan şahlanmasına da benzetmek mümkün.
Şimdi takdim edeceğimiz Ömer Kirazoğlu’nun “İkbal Gibi” şiirine böyle düşüncelerle ulaştık. Zira AKP’li olmaktan muzdarip insanların varlığına inanıyoruz.
“Müsait zemin, zaman!
Uyan derin uykudan!
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Durumu bilmez misin?
Olanı görmez misin?
Bulutlar karardıkça,
Havayı sezmez misin?
Döküldü bütün yaprak
Kurudu dal ve budak...
Tavına geldi artık:
Nerde çakacak çakmak?
Sıçra da ayağa kalk!
Değişmededir devran;
Uyan derin uykudan!
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Bekliyor seni Rıdvan!
Not: Bir MTTB gecesinde “İkbal Gibi” şiirini okuyan Ömer Kirazoğlu’ndan, Başkan Ömer Öztürk ağabey vasıtasıyla almış ve Ocak 1976 tarihli Çatı adlı dergimizin 9’uncu sayısında neşretmiştim. Bir bölümü uygun düştü yazımıza. Bu da bilinsin.
MENDERES’Lİ YILLARDAN MERSEDESLİ YILLARA
68’ler, 68’liler...
Kapitalistlerin, solcuları oyuna getirdikleri olayların ve tanıklarının dillerdeki adıdır.
Türkiye’de etkilenir Paris’te başlatılan protestolardan, boykotlardan. Üniversite öğrencilerinin, sonu 12 Mart’a çıkacak eylemlerin fitilini ilk ateşledikleri o günlerde, İTÜ’de yaşananlardan bir bölümün, günümüze “Ayna” olacağını sanıyorum.
İTÜ’de boykot var. Derslere girilmiyor. Boykotu organize eden öğrenci derneğinin yöneticileri, fakülte kantininde satılan kolaları da dahil ederler eylem maddelerine. Alınmayacaktır, içilmeyecektir!
Bugün bazı insanlarımızın İsrail’i protesto adına “Kasa kasa aldım, döktüm” deyip öğündüğü kola markasının yetkilileri, boykotçu gençliğin kararını gazetelerde okuduklarında, saklayamadıkları bir telaşa kapılırlar.
Kapağının içine koydukları “Bedava” ve “Para” hediyeli kampanyalarla Anadolu’da ulaşmadık bakkal ve okul kantini bırakmamak hedefleri iken; mühendis mezun edecek ve gelecekte şantiyeler yönetecek gençlerin bu boykotu da ne oluyordu?
Gazeteleri reklamlarıyla besleyen kola firmasının yetkilileri giderler, yönlendiren dernekçi öğrencilerle anlaşmak isterler. Kısa yoldan söylersek, teklifleri şudur: Kapağının altına, reklamlarda duyurulan otomobil gizlenmiş kola şişesi, fakültenin kantininde satılsın. Markası ünlü otomobil, bir dernek mensubunun kola şişesinin kapağı altından çıktı. Gazetelere yazdırılacak haberler en ince ayrıntılarına kadar hazırlanmış ve dosyalanmıştır.
Teklif kabul edilseydi, “Ünlü kola firması, ikramiye görüntüsü altında 1968 model Mercedes vererek, İTÜ’deki boykotu nasıl kırdı?” meraklandırıcı sorularıyla duyurulan tefrikalar okuyabilirdik 12 Mart’tan sonraki günlerin “Sağcı” gazetelerinde.
Modeli bahanesiyle mecburen yazdığımız otomobil markasının gizli özne olduğu bir habere varmak için hafızamız kaynaklı hatırlattık, İTÜ’deki 68’liler eylemini; hoş görülsün.
“Bahçeli bir klasik otomobilini daha hediye etti!”
Gazete sitelerinde ve sosyal medya paylaşımlarında duyurulan, herkesin okuduğunu sandığımız haberin başlığıdır bu.
“Daha” kelimesinin Bahçeli’yi, otomobili ve hediye etme fiilini birbirine bağlarken, “Ağanın eli mi tutulur?”, “Fedakarlık timsali; verdikçe veriyor!” Gibi Türkçemizin övgü özetlerini çağrıştırmasını, bu haberin katipleri özellikle istemiş olmalılar.
“Klasik otomobillere tutkusuyla tanınan” anlatımındaki üstünlük baskısıyla, Sayın Bahçeli’nin her türlü tenkitten muaf tutulmak istenmesi de gözlerden kaçırılamamıştır.
“Klasik” sıfatının ardına gizlenen “Mercedes” ve benzeri markalı otomobiller koleksiyoncusu Sayın Bahçeli’nin, fotoğraf karesinde son kez okşadığı hediyesinin muhatabı partilisi milletvekilinin paylaşım ifadesi de doğrudan tarih bilimiyle alakalandırılmıştır.
“Cumhuriyetimizin 100. Yılına özel 1923 plakalı bu araç, ben ve ailem tarafından nesilden nesile, nice 100 yıllar boyunca en özel hatıra olarak saklanacaktır.”
İnsanın durup durup, Mercedes Mercedes olalı böyle hayran görmedi diyerek ağlayası geliyor.
“Ben ve ailem.” Ana, baba ve bir çocuk değil, bir aşiret ya da bir kaç oba nüfusu anlatır gibi.
Plakadaki 1923 rakamının önemsenmesi de, 1923’te olanın bilinmesini galiba biraz geçmiş.
Özel plaka, özel hatıra. Veren özel, alan özel, yani seçilmiş kişi. Fakat hediye edilen otomobil icabında bir kola kapağında ikram edilen Mercedes.
Son bir soru var aklımızda: 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne kayıt yaptıran ve Cumhur İttifakının iktidarını Orta Asya geleneğinden taşıdığı “Askıda ekmek” projesiyle canlı ve diri tutan doktoralı ekonomist Sayın Bahçeli, 68’lilerden sayılır mı?
Çizmesi de haber oluyor, Mercedesi de.
Not: “Çocuğu Mercedese biniyor” kara propagandasıyla hançerelerini yırtan veya alet olan ya da sessiz kalan ve kılıçları sırtımızı kanatan insanlarımız vardı bizim. Bir varmış, bir yokmuş.