Tefsir derslerime katılan kuyumcu bir dostumun işyerine vardığımda gördüm en büyük pırlantayı.

Topkapı Sarayındaki Kaşıkçı elmasını camın arkasından gördüğüm için onu saymıyorum.

İri nohut tanesi kadar bir pırlanta.

Fiyatı 250 bin dolarmış. Daha altın veya gümüş kalıba girmemiş.

Kalıba girip etrafı sanat ve kıymetli madenlerle süslendikten sonra en az 500 bin dolardan satılmak üzere vitrine konulacakmış.

Elimden 250 bin dolarlık maden geldi geçti diyebilmek için elime aldım, rengine, ışığına baktım. Beni kendine çeken bir şey olmadı.

Kitapçıda ilk defa basıldığını gördüğüm bir tefsir kitabını görünce duyduğum heyecan ve sevinci duymadım.

Elmas madenlerinin nerelerde olduğunu, nasıl çıkarıldığını, nasıl işlediğini İnternetten baktım.

Afrika da eti kemiğine yapışmış, kendi vatanında kendi toprağının altından çıkan elmas madenini çamurlar içinden çıkaran siyah yerlilerin bir günlük ücretinin de 30 veya 40 cent yani bir Türk lirası olduğunu öğrendim. Aylığı 30 Türk lirası.

Nohut büyüklüğünde bir pırlanta ise 750 bin Türk lirası.

İki milyon iki yüz elli bin siyah işçinin bir günde kazandığının karşılığı nohut büyüklüğündeki pırlanta.

Vatan onun, toprak onun, maden onun, emek onun ama kazananlar, medeni, hümanist, demokrat, laik diye bize yutturulanlar.

Kazananlar demeyeyim, kazandığını sananlar başkaları.

Bir gün ayda on dolara çalıştırdıkları insanların çocuklarının karşılarına çıkıp babalarının paralarını istemeye geleceklerini hiç düşünmediler.

Doğudan batıya, güneyden kuzeye kadar her yerde olan değerli şeylerin kendilerine ait olduğuna kendilerini inandırdılar ve saldırdılar.

Haksızlığın kendi başlarına neler getireceğini hesap etmediler.

Geçmişten ibret almadılar.

Firavunun, Karunun, Romalıların, Yahudilerin başlarına gelenlerden ders almadılar.

Bize bir şey olmaz dediler ama şimdi evlerinden dışarı çıkamaz oldular.

Sömürülerine direnenleri birbirlerine kırdırarak başarılı olacaklarını zannettiler ama Rabbimizin tabiata koyduğu kanunda bile adalet vardır ve haksız olanların birçoğu sağlığında cezasını çekmektedir, bazısı da ahirette çekecektir.

Birleşmiş Milletler acilen toplantıya çağırılmalı ve bir komisyon kurularak son elli yılda hangi devlet hangi devletten hırsızlık yapmışsa, gasp etmişse, aldatarak veya zorla malına el koymuşsa tespiti yapılmalı, ilgili ülkeye tebliğ edilmeli, savunması alındıktan sonra doğruluğu tespit edilen malların hemen bugünkü değerinden geriye o ülkeye hakkını vermelidir.

Öldürdükleri, öldürülmesine sebep oldukları kişilerle karşılıklı oturup hakların sahiplerine verilmesi sağlanmalıdır.

Dünyada iki yüz zenginin mal varlığının yüzde dördü dünyanın açlık sorununu çözecek durumda imiş.

Rabbimiz

Onların mallarında dilenenin ve mahrumun hakkı vardır. buyurmuş. (Zariyat süresi ayet 19)

Hırsızlık, gasp, hortumculuk yollarıyla değil helal yollardan kazansanız bile mallarınızda fakirin hakkının olduğunu söylüyor kâinatı yaratan Rabbimiz.

Sevgili Peygamberimiz de bunun en alt seviyesinin yüzde iki buçuk olduğunu, üst seviyesine rakamsal olarak sınır yok ama kendini de muhtaç duruma düşürme emri vardır.

Birleşmiş Milletler, dünya zenginlerinin mallarının en az yüzde iki buçuğunu kanunlar dâhilinde toplayıp din, dil, ırk ayrımı yapmadan ihtiyaç sahiplerine mallarını iade etmelidir diyeceğim ama tarihinin hiç bir döneminde böyle bir iyilikleri görülmeyenlerin bunu yapması mümkün olmadığına göre başarılı olmaları beklenmez.

Canlı, taptaze örnek, geçmişinde Yahudi, Hıristiyan, putperest her insana İslam ca muamele eden neslin torunları bu halleriyle bile dünyanın gözleri önünde üç milyon mülteciye sofrasını açtığı halde tün Hıristiyan alemi, sınırlarına tel örgü çekmekle meşguller.

Yani bu iş ancak Müslümanların başarabileceği iştir.