Senede bir gün, “Kadınlar gününüz kutlu olsun “demek, ilk önce kadınlara, çocuklara, erkeklere bütün insanlara hakaret.

Kadın, insandır.

Böyle suni ayrılmalar, bölümlenmeler, yapay gündemlerle oyalanmak akıllı insanların işi olmasa gerek. Kadınlar Hz. Havva’dan beri, insanlık ailesinin ilk halkası, ilk annesi. Hz. Hacer ile büyük yol ayrımında ümmetin belirleyicisi idi.

Öyle ya baba İbrahim değil, Hacer anne çizmişti zemzem ile Muhammedi kuşağın akacağı ırmağı. Sare anneden doğan İshak Peygamber ile Musevi halka ilk zincirini oluştururken.

Siyah köle Hacer’in çocuğu İsmail Peygamber ile İslam’ın gül bahçesi, kendi çiçeklerini yetiştirmeye başlıyordu. 

Ümmetin kutlu annelerinin büyük fedakârlıklarla harcını kattığı görkemli medeniyet, neşvü nema buluyordu.

Hz. Hatice’nin yoksul eşine verdiği muhteşem maddi ve manevi destek, Hz. Aişe’nin evlattan azade ömrünü adadığı ilim, yaşayan erkek çocuğu olmayan Peygamberimizin, hep kız babası olup, kızı Hz. Fatıma ile soyunun devam etmesi, bunca hikmetler barındırırken.

Şu modern çağda, çocuğu olmayan kadınlara vebalı gibi bakan, ya da kız çocuk doğuran annenin boynunun büküldüğü yahut Hz. Peygamberin başının tacı bildiği kutlu eşlerini değil dövmek, yüksek sesle bile konuşmadığı, deveye binerken bile dizine bastırarak bindiren o saadet asrından sonra kadınları döven, sözle şiddet uygulayan hatta çocuklarının gözünün önünde takır takır vurup öldüren bu köhne çağda; “Kadınlar gününüz kutlu olsun” diyenleri hakaret etmiş saymaktayım.

Halife kızı ve halife annesi olan o Esma ki, evli olsa da baba ocağında gözüküp, Mekke sosyetesine direnip, garip İslam’ a ilk inananlardan bir devrimci idi.

Evliliği iyi gitmiyordur, babasına her defasında eşi Zübeyir bin Avvam’ın kendisine sert davrandığını aktarmasına karşın, Hz. Ebubekir kızına sabrı önerir.

Ne ki Esma elli yaşında sekiz çocuk annesi iken kocasından ayrılır.

Bir daha da evlenmez, yüz yaşına kadar yaşar, ümmetin eğitimi ile meşgul olur.

Hani bugün bile boşanan kadına iyi gözle bakılmazken Esma, asırlar önce kötü giden evliliği sonlandırmasını bilmiştir.

Osmanlı’yı da ne Osman Gazi, ne Ertuğrul, ne de Süleyman Şah kurdu.

Hayme Ana kurdu.

Obası ile birlikte yurdu olan Türkistan’daki kuraklıktan kaçıp Batı’ya göç ederken.

Eşi Süleyman Şah, Fırat nehrini geçerken atından düşüp boğularak öldüğünde oba sarsılır, her kafadan bir ses çıkar.

Hayme Ana ismi gibi çadır olur, toplar obasını. Devlet Ana’dır, Bacı Bey’dir, Bey Ana’dır, Gazi Ana’dır. Anlatır, dönüş yok, yola devam diye. Dört oğlundan iki büyüğü dönelim, der. Anne yalvarır, dönmeyin diye ama söküp çadırları, toplayıp sürüleri Orta Asya’ya dönerler.

Dönse idi Hayme Ana geri, kurulabilir miydi acaba Osmanlı?

Daha çok küçük Dündar ve genç Ertuğrul, obanın bir kısmı, Hayme Ana ile yola devam edip Anadolu’ya gelirler. Sultan Alaaddin Ankara yöresini onlara yurt olarak verir. Bu yer, bugün hâlâ bu kutlu anneyi “Haymana” olarak hatırlatmaktadır. Bu isim bile Ertuğrul Bey olsa da, Hayme Ana’nın

oba üzerindeki devlet analığını göstermektedir.

Sağlam kökleri olan bir medeniyetin kadınları, erkekleri, çocukları; bu köklerden aldıkları ilhamla geleceğe güvenle bakmaktadırlar.