“Benliğindeki hırs ve haset ona kardeşini öldürmeyi kolaylaştırdı, böylece onu öldürdü. Bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.”

(Mâide,30)

İnsanın fıtratında var olan hırs bugün en kuzu postuna bürünmüş haliyle yeryüzünde dolaşıyor. İster bir bireyin diğerine kast etmesi, ister devletlerin diğer devletler üzerindeki kastlarında olsun kast edilen insan ölüyor. Hem de toplu bir şekilde ölüyor. Bütün bunları düşünürken insana dayatılan sosyal hayatın kurallaşmış yüzü; yasaları,  yaptırımları, soğuk bürokratik işlemleri ve temassız sistemlerini de bütünün içine ekliyorum. Kayıt altına alınan verilerin içinde kaydı tutulmayan şey insanın yaşamını devam ettirmesi için gereken adalet, şefkat ve merhamet oluyor. Emeğin, alın terinin ortaya çıkardığı hakkın gasp edilip, insanın en değerli hazinesi olan “kendine olan saygı”sını kaybetmesi ile insan çözülüyor. Bugün dünyada insanın en büyük hüsranı olan hakkı olmayana tamahı her gün panolarda, ekranlarda veya renkli hayat diye sunulan hayatlarda araması üzerine kurulu gibi.  

Bütün bunlar aslında bir başka hayatı, fıtratın dışındaki bir hayatı vaat ediyor. MichelFoucault, ‘Sonsuza Giden Dil’de; “Vaat yalan söyler! Çünkü baştan çıkarılmaya teslim olan, ölümden başka bir şeyle karşılaşmayacaktır” der. Bütün dünyasını vaat üzerine inşa etmişlerle, o vaatlere hemen kanmaya hazır olanlar arasında basit bir benzerlik var. Çünkü birisi aldatmaya diğeri de aldanmaya meyyaldir. Onun için dönüp de başka bir seçeneğe bakmazlar. Ve hiçbir zaman sormazlar. Oysa insan sormadan edemiyor; Neden bütün pazarlar, pazarlıklar vaat üzerine kuruludur? Neden her vaat eden, vaatte bulunduğu kitleyi kilitler? Baştan çıkmayanlar, teslim bayrağını indirmeyenler için bu dünya her zaman bir dik yokuş olarak kalacaktır. Kadim zamanlardan bu yana kolayı seçenler ile zor yola talip olanlar arasında en önemli farkın akli-kalbi olanla duygu-benlik (hırs-haset-kibir) arasındaki tercihten ileri geldiğini kaba bir tasnifle söyleyebiliriz. İnsanlar için sürekli olarak vaat edilen, bir tercihten/seçimden ziyade bir tehdit, zorunluluk olarak sunuluyor. İnsan, sürekli zorunluluklarına doğru sürüklenirken zaman içinde bunun kendi tercihi olduğu zannına kapılıyor. Oysa insan için temel bir kıstas olarak, ‘Ne oldu? Buraya nereden geldim?’ gibi soruları sorması gerekir ki iradesini, tercihini görebilsin. Ancak bunlar içerikten ziyade şekil boyutunda bir yaşamda mümkün değil.

İnsanın yaşadığı çatışma eylemleri ve eylemlerinin engellenmesi ile ilgili değil, korkuları ve korkularının bastırılma biçimleri ile ilgili. Bu bakımdan kaygıları, kararlarını etkilemede önemli bir faktördür. Kurgulanan senaryo bu bakımdan istenen sonuca gidecek şekilde neden sonuç ilişkileri ile bağlanmış oluyor. Vaat makamında bulunanlar ‘senaryo’daki bütün çatışmaları, kayıplar ve kazançlar üzerine kurgularken her halükarda vaade muhatap olan kaybediyor. Çünkü gerilim ve dramatik yapı icabı korkularının ve kaygılarının üzerine kurulan senaryoda temel dürtü olarak, mevcudu koruma hissi harekete geçiyor. Bu da yukarıdaki ayette geçen “kolaylaştı” ibaresinde saklı. İnsanın kendinden geçmesi, bütün muhakemesini sahip olmak ve korumak üzerine kurması onun fıtratındaki sapma eşiğini geçmesine neden oluyor. Bir kez o eşik geçildikten sonra artık bütün kontrol kaybediliyor. İnsanın, ister küçük bir menfaat uğruna isterse büyük bir menfaat uğruna kendinden bir an vazgeçmesi halinde ulaştığı durak hüsran durağıdır. Tek tek yazmaya gerek yok, geriye doğru hem bireysel tarihe hem de toplumsal tarihe bakıldığında sayısız örnek görülecektir.

Şimdi bu noktada hüsran durağından ziyade bir yol açmanın ve yola çıkmanın gerekliliğini hatırlayarak işe başlayabiliriz. Korkularımızı kayıplar üzerinden işleteceksek bile bu temel olarak “kul hakkı”, “kişilik hakkı” gibi haklara girilmeme üzerine olmalıdır. Aynı zamanda da hakkın olmayana göz ucuyla bakmaya dahi tenezzül etmeyecek bir ahlaki zırh kuşanarak ve de ter temiz bir niyetle ilk adım atılabilir. ‘Nereden geldim?’ ve ‘Nereye gidiyorum?’ soruları yolun istikametini düzeltir. Yaptıklarımdan ve yapmadıklarımdan sorumlu olma şuuru ise yolu bozmadan yürümeyi ve hüsrana uğramadan yola devam etmeyi sağlar. Onun için insanın kendine olan saygısını yitirmeden adımlarını atması önemlidir. Bu adımları atarken insanın izzeti ve onuru onun duruşunu belirlemede en önemli etkenlerdendir. Agâh olmak, kıyamda olmak ise aldatılmadan, hüsrana uğramadan menzile varmayı sağlar. Nitekim Beled süresi 4. ayette geçen (kebed) kelimesini İbn-i Abbas, “dik durmak” olarak tefsir etmiştir. Bu duruş, insanın zorluklarla mücadele kabiliyetinin fıtri olduğunu gösteriyor. O vakit kolaya değil zora talip olmak insanın (fıtratında) ruhunda var. Yeter ki onu kaybetmesin.  Hoşça bakın zatınıza…

TAŞ GEMİ

Not: Dışarıda güneş var, oldukça renkli insan topluluğu var sanki bir paletten arta kalan renkler gibi. Ancak kulaklıklar, telefonlar ve içine çekilmiş insanlar var. Kimse göğe bakmıyor. Kimse siren seslerini, acıyı duymuyor. “Duymak İstiyorum” Cemali söylüyor. Sedat Aktaş, Özgür Babacan ve İrfan Seyhan’ın seslendirdiği “Ayşem”i dinleyelim diyor. Olmaz mı? Çiçekler açılırken dinlenir. Samet Aydın, SkunkAnansie’den, “Pickin On Me” yi dinleyelim diyor. Kulağa hoş geliyor.

“İnsanlar taş gibi bana yabancı 

Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarda 

Bir tanbur bir yalnızlığı anlatıyorsa 

O ışıksız pencereden 

Ben onu duymuyor gibiyim”(Veda/Erdem Beyazıt)

Bize Kadar:

1- İmam Şafii hazretleri, “Her işte hayır bulmayı arzu edenler, insanlara karşı iyi niyet beslesinler” der. 

2- Hz. Mevlana, “Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın” der.

3- GillesDeleuze, “Modern insan, dışarısı tarafından sağır edildiği için dinginliği ister” der.

4- Bu hafta elimizin altında Georges Bataille’nin, “Rahip C.”si var. Kitap Sel’den.

5- Bürokrasiye karşı açılmış bir savaş, insan olmanın onurunu taşıyan sımsıcak bir vicdan, ben insanım ve buradayım, sadece biraz saygı istiyorum diyen bir film. Ben Daniel Black Filmi’ni izleyelim. İyi gelir. 

TEKKE

“İnsan şahsiyetini kaybettiren, hürriyet ve şerefine gölge düşüren rızık öldürücü bir zehirdir. Gerçek secde Allah’tan başkasının önünde eğilmekten alıkoyan secdedir. Başkasının önünde eğildin mi ne kalbin ne vücudun senindir.” (Muhammed İkbal’den tadımlık)

DAĞARCIK

“Yiyecekle bir şeyin olmadığını ve bana, bunu temin için iğrenç işlere, efendinin oturağını tutmaya kadar tenezzül edip etmemek mi lazım geldiğini soruyorsun? Bu hususta sana ne söyleyebilirim? Bazı insanlar oturak tutmayı açlıktan ölmeye üstün tutarlar. Bazıları da oturak tutmaya katlanmazlar. Bu meselede görüşü alınacak ben değil, sensin. Kendi kıymetini tart ve karar ver. İnsanlar kendilerine ya çok pahalı veya çok ucuz kıymetler biçerler. Herkes kendine ne kıymet biçerse pahası da odur. Binaenaleyh istersen kendine hür, istersen esir olarak kıymet biç. Bu senin elindedir.” (Epiktetos’dan tadımlık)

Bir Lahza:

- Nehirdeki en büyük balık yakalanamadığı için büyüktür. (BigFish’den/2013)