Fransa dan döndüğümde yurdumu ne kadar özlediğimi bir kez daha anlıyorum. Orada iken kardeşlerimiz; hep aynı soruyu soruyorlardı. Türkiye mi güzel, Fransa mı Burada mı yaşamak isterdiniz, Türkiye de mi diye. Elbette Türkiye dünyanın en güzel memleketi, tabii ki ülkemde yaşamak isterim cevabını veriyordum her seferinde. Memleketimden fazla uzak kalmamak için, Avrupa ya her davet edildiğimde kalacağım gün sayısını azaltmaya bakarım. İki üç günlük programlar talep ederim. Uzun günlere yaydıkları konferansları birkaç güne sığdırmalarını isterim. Belki çok yorulurum ama bir an önce ülkeme kavuşma hayali, en büyük şifa olur. Bence Avrupa nın en güzel yüzü, ülkeme götüren uçağa bindiğim andır.
Fakat Türkiye den giden kardeşlerimiz; Avrupa yı bir yurt edinmişler. Anadolu nun tüm özelliklerini; renklerini, nakışlarını, yardımseverliğini, komşuluğunu, misafirperverliğini oralara taşımışlar. İnsan hiç Türkiye den çıkmamış gibi oluyor aralarında. İnsansız bir ortam olsa, belki yabancılık duygusu yaşanır fakat adeta Türkiye nin bir vilayetine gidiyormuşcasına gurbeti sıla renkleri ile bezemişler.
Yurt dışında kültürlerini koruyacakları yegane merkez camiler olmuş. Camiler sadece dinlerini yaşadıkları bir mabed değil, kültür merkezi olarak da işlev görmekte aynı zamanda. Camilerin gençlikevinde, gençler birbirleri ile kâhvelerde buluşacakları yerde burada oturup sohbet etmekteler. Kadınlar erkeklerle yarışta; kendilerine ait bölümleri büro havasından uzak, yuva sıcaklığı ile desenlemişler. Ramazan olsa da olmasa da, bütün camilerin mutfaklarında kadınlar egemen, bazan aşçılar da tutuyorlar; yemekler pişip, çocuklara, gençlere sofralar kurulmakta. İnsanlar iftar davetlerini artık evlerinde yapmıyorlar. Cami lokantaları, külliyenin aşevi gibi hizmet vermekte. Pekçok cami, İstanbul dan esinlenerek bir de çadır kurmuş bahçesine. Burada cemaat, Müslüman ülkelerden gelen öğrenciler, Fransızlar iftar yemeği yemekte. Çadırların konukları arasında bulundukları şehirlerin belediye başkanları ya da Fransız milletvekilleri, dinlerarası diyalog çalışanları, papazlar da bulunmakta.
Strazburg Eyyub Sultan Külliyesi nin işlevi de küçük bir dükalık gibi. Geniş bir alan üzerinde yayılan kompleksin binaları sayılacak gibi değil. 2500 kişilik kapasitesi ile Avrupa nın en büyük camisini bünyesinde barındıran külliye; okulu, derslikleri, düğün ve konferans salonu, kadınlar bölümü, lokantası, marketi, exportu ile devasa bir yapılar topluluğu. Şubenin kadınlar kolubaşkanı Rahime Şahin ve icra arkadaşlarının çok ciddi bir müesseseyi yönetmenin başarısı yüzlerinden okunmakta. Burada kadınlar erkeklerden ayrı olarak kendi bütçelerinden iftarlar vermekte. Kermes odasında; başlarını kaldırmadan, geçmişin Baciyan ruhu ile dikişler dikmekte, nakışlar işlemekte, yemekler yapmaktalar. Türklerin genlerinde taşıdıkları teşkilatçılık ruhu ile ne kadar büyük yardımlara imza atmaktalar. Düzenledikleri, zekat, sadaka ve fitre çalışmaları ile mağdur ve mazlum ülkelerin fakir halklarına çok önemli meblağlar ulaştırmaktalar.
Onları dinledikçe yeni şeyler öğreniyorum. Bu yıl teşkilatta yeni bir birim oluşturulmuş. "Hapishane birimi" Bu birimin başkanı olan Bekir Şahin, hapishanedeki bir arap mahkumla koordineyi sağlıyor. Müslüman mahkumların ev yemeklerini ne kadar özlediklerini düşünüp, sık sık yiyecek hazırlayıp götürüyorlar. Strazburg cezaevinde 400 civarında Türk mahkum kalıyor. Bayram için kapsamlı bir hazırlığa girişmişler. Mahkumlara büyük bir bayram ziyafeti hazırlanacakmış. Yeter yenge, keteleri ben yaparım demiş. On kadar kadın baklava açacaklar, on tanesi su böreği. Bu devasa yemekler hapisaye götürülüp, onların da bir nebze olsun, bayram burukluğu giderilmiş olacak.
Bu bilgiyi onlardan aldığımda nasıl sevindim. Herşey Baciyan ruhuna ne kadar da uygundu. Selçukluyu, Osmanlıyı ayakta tutan Baciyan-ı Rum teşkilatı da; borcu yüzünden hapse düşenlerin borçlarını ödeyip hapisten çıkarıyordu. Onlara ekmek-su olup yiyecek taşıyorlardı. Cenazeleri yerde kalan gariplerin cenazelerini kaldırıyorlardı. Evlenemeyen fakir genç kızların çeyizlerini yapıp evlendiriyorlardı. Sivil toplum örgütü gibi çalışan Bacılar teşkilatı, şimdi Avrupa da yüzyıllar sonra aynı işlevi görmekte. Bir kolu Anadolu da, bir kolu Almanya ya da Fransa da. Yok birbirlerinden farkı. Yardımseverlikleri coğrafyalar arasında mekik dokumakta.