Sanayi Devrimi’nin bir ürünü olan kapitalist sistem, birey ve toplumların sadece yaşamsal pratiklerini değil hayatlarına ışık tutan kavramlarını da metalaştırarak sözü hikmetinden kopardı. İlme ulaşım kolaylaştı ve teknoloji sayesinde istediğimiz vakitte istediğimiz bilgiye ulaşabiliyor ve asırlık bilgileri hıfzetmiş ilim insanları ile yan yana gelebiliyoruz. Ancak hikmetinden koparılıp metaa dönüştürülen ilim ne hıfzaden kişiye ne de topluma katkı sağlayabiliyor ve söz kalplere değemiyor. İlim insanların zihinlerine hapsedilmiş ve bir mahkûma dönüşmüş.

Günümüzde para her şeyin ölçüsü olarak görülüyor, her şey bir karşılık dâhilinde yapılıyor ve ticari bir araç olarak görülen ilim tesirini kaybediyor. İlmi hafızalarında taşıyan şahsiyetler bırakın çevresindeki kişilere faydalı olmayı kendilerine dahi ışık tutamıyorlar.

Saçlarını kitapların başında ağartmış kerli ferli insanlar eserleri ve yetiştirdikleri talebeleri ile gündeme geliyor, konferanslar veriyor, çeşitli programlara katılıyor, teknolojinin gücünü kullanıyor ve aktarımlar yapıyorlar ancak bütün bunlar bir alev gibi geçip gidiyor ve geride hiçbir tesir bırakmıyor.

İlim insanları seslerini sonuna kadar yükseltiyor ve derin, anlamlı sözler sarf ediyor, alanları ile ilgili teferruatlı bilgiler veriyor, veciz ifadeler kullanıyor ve geniş kitlelere ulaşarak mesajlarını iletmeye çalışıyorlar ancak bunca emeğin sonucunda verilen mesajdan hiçbir eser kalmıyor ve söz ait olduğu yere ulaşamıyor.

Hiç düşündünüz mü? Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Hacı Bektaş Veli’nin halkın konuştuğu dilden oluşan vecizeleri, yüreklerinden dökülen şiirleri acaba neden hiç eskimiyor ve saçları kitapların başında ağarmış kerli ferli ilim insanlarının telaffuzlarından neden daha büyük tesir bırakıyor? Belki hayatları kitaplarla geçmedi bu şahsiyetlerin, kariyer yapma imkânları olmadı, yüksek unvanlara sahip değillerdi ama söz yüreklerinden çıkardı ve muhatabın hayatında derin tesirler bırakırdı. Sarf ettikleri sözün hikmeti, samimiyeti, derinliği vardı. O yüzden asırlar geçse o sözler hiç eskimedi ve hayatlarımıza ışık oldu.

Hayatlarını erdem ve faziletlerin gölgesinde sürdürmüş şahsiyetlerin sarf ettikleri sözler muhatapların sadece zihinlerine değil, akıllarına, iradelerine, gönüllerine ve davranışlarına da tesir eder ve kalıcı bir etki bırakırdı. Söz onların hayatlarından bir parçaydı ve yaşamadıkları şeyin nasihatini yapmaktan kaçınırlardı. Ve söz o insanların mesajlarını taşıyan bir değerdi o yüzden yüreklerinden dökülen her şey çağların ötesine kadar ulaşarak tesirini göstermeye devam etti.

Bugün sizlerle sözü alnında taşıdığı bir meşaleye dönüştüren ve çevresindeki kişileri bu meşale ile karşılayan Gönenli Mehmet Efendi’nin miras bıraktığı birkaç sözü paylaşmak istiyorum. Muhatapları ile konuşurken merhametini hep öne çıkaran hocaefendi, “Nafile ibadetin en büyüğü insana hizmettir” der ve bu sözü önce kendisine telkin ederdi. Nitekim onun kendisi yırtık ayakkabı ile iktifa edip yoksul talebelerine ayakkabı aldığı, geceleri onların üzerini örtüp, gönüllerini teskin ettiği ve şefkatle yaklaştığı anlatılır.

İnsanların iyilik kavramının sınırlarını daralttığı bir dönemde hocaefendi, “Sahip olduğun nimetlerle insana yardımcı olacaksın, anne gibi olacaksın” der ve annenin şefkatine vurgu yapardı. Bilirsiniz anne çocuğunun ihtiyaçlarını giderirken sitem etmez, rahatsızlık duymaz şefkatle yaklaşır ve onun için yaptığı her şeye sevgisini katar. Hocaefendi insanlara iyilik yaparken annenin çocuğuna yaklaştığı gibi yaklaşın der ve merhametin önemine değinirdi.

Gönenli Mehmet hoca, “Annesine iyi bakan, kalbini kırmayan, ona tatlı söz söyleyen evlat savaşta şehit düşenlerin mertebesine erişir” der ve vefanın, sadakatin önemine işaret ederdi. Zira evladın anneye olan hürmeti ve desteği vefa duygusunun gelişimine katkı sağlayarak onu olgunlaştırır. Kişi hayatındaki en büyük emeğin anneye ait olduğunu bilir ve annenin emeğine saygı ve vefa ile karşılık verir. Anne hayatının en zor dönemlerinde ona hizmet etmiş, merhamet göstermiş, emek vermiş ve kanatlarını açabilecek duruma gelinceye kadar yanında yer almıştır.

Seslerini sonuna kadar yükselterek cemaati azarlayan, aşağılayan hocaların tavırlarına karşın insanlarla ilişkilerinde merhameti öne çıkaran bir şahsiyetti Gönenli Mehmet hoca… O vaktinin bir kısmını insanlara iyilik yapmaya ayırır ve bunun bir adabının olduğunu şu ifadeleri ile dile getirirdi: “İnsanlara iyilik yaptığınızda oradan hemen uzaklaşın ki iyilik yaptığınız insanlar küçülmesinler, size teşekkür etmek zorunda kalmasınlar.”

Merhametini davranışlarının rengi haline getiren hocaefendi, “İnsanın hak katında derecesi arttıkça insanlara olan merhameti de artar” der ve İslam’a uygun bir hayat nizamının kişinin merhametinin gelişmesine vesile olduğunu ifade ederdi. Hocaefendi insanlarla ilişkilerinde kuşatıcı bir sevgi, empati ve anlayışa sahipti ve şahısların doğrudan gönüllerine hitap ederdi. Geride bu kutlu mirasını bırakıp gitti… Allah ondan razı olsun…