Birkaç gün önce New York’ta bulunan Birleşmiş Milletler merkezinde Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde yapılan Filistin konferans sonucunda aralarında Arap ülkeleri ve Türkiye’nin olduğu çok sayıda ülke HAMAS'ı silah bırakmaya davet eden ve 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunu kınayan bir bildiriye imza attı. Türkiye, bildirgede sahip HAMAS'ı silah bırakmaya davet eden 11. maddeye “Filistin direniş gruplarının ancak 1967 sınırlarına dayalı 2 devletli bir çözüm gerçekleşmesi durumunda silah bırakabileceği” şeklinde bir şerh koydu. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki; yaklaşık iki yıldır devam eden büyük soykırımlar karşısında sadece kınama yapmanın ötesinde hiçbir somut adım atmayan İslam ülkelerinin böyle bir bildiriye cesurca imza atmaları utanç verici tutumlarının devamı niteliğindedir.

Her şeyden önce bütün Müslümanlar bilmelidir ki; silah bırakmaya davet edilen HAMAS ortaya koyduğu direnişle iki milyarlık ümmetin izzetini kurtarmıştır. Defalarca yazdığımız ve ifade ettiğimiz gibi, terör şebekesi İsrail ve işgalci yerleşimcilerin ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’ya yönelik mütecaviz tutumları her geçen gün artarken, fanatik Yahudiler 2024 yılının Kızıl buzağı yılı ilan edilerek, Mescid-i Aksa’nın yıkılması ve Süleyman Mabedi’nin inşasının başlatılması için baskılarını artırdığı bir süreçte HAMAS, 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu gerçekleştirmiştir. Böylece bu operasyon ile Mescid-i Aksa’nın yıkılması girişimi gibi bir zilletten kurtarılmıştır. Yani her Müslüman’ın HAMAS’a şükran borcu vardır. Bu nedenle İslam ülkelerini yönetenlerin HAMAS’ı silah bırakmaya davet etmek bir yana, direnişe destek olmaları gerekirdi. Ancak iktidarlarını devam ettirmek için Siyonizm’le iş birliği içerisinde olan yönetimler HAMAS’ı kendi acziyet ve ihanet maskelerini düşüren bir tehlike olarak algıladıkları için HAMAS’a karşı böyle bir bildiri imzalama gafletine düşmüşlerdir.

Yayınlanan bildiriye ilişkin ikinci önemli mesele ise bildiride yer alan “Barışçıl, iki devletli çözüm” vurgusu ile ilgilidir. Bu konuda her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki; herhangi bir konuda iki taraftan birinin İsrail olduğu bir sorunun çözümünde barışçıl bir arayış içerisine girmek akla, mantığa, insafa ve tarihsel gerçekliğe aykırıdır. İsrail, 77 yıllık tarihinde her daim barış için tehdit oluşturmuş, kendi kirli hedefleri çerçevesinde katliamlara imza atmış, komşularına saldırmış, yaptığı katliamlara ilişkin hiçbir uluslararası karar ve tepkiyi dikkate almamıştır. Durum böyleyken ve İsrail Arz-ı Mev’ud planı gereği coğrafyamızdaki tüm topraklara göz koymuşken, İsrail’in merkezinde olduğu bir sorunun barışçıl çözümünü beklemek hayaldir. Bugün var olan savaş, İsrail’in 77 yıllık saldırganlık ve katliamlarının sonucu olarak vardır ve HAMAS olmasa İsrail başka bir hedefe yönelik saldırgan tutumunu yine ortaya koyacaktır. Zira bugün HAMAS’la hiçbir alakası olmamasına rağmen Batı Şeria bölgesinin ilhakına ilişkin çok önceden hazırlandığı belli olan planın hayata geçirilmeye çalışılması, İsrail’in saldırgan, işgalci tutumunun bugünle ve Gazze ile sınırlı olmadığının göstergesidir. İki devletli çözüm vurgusuna gelince; iki devletli çözüm, İsrail’in varlığını kabul etmek ve tanımaktır. Bugün var olan sorun “İsrail sorunu” olduğuna ve İsrail var olduğu sürece yukarıda ifade ettiğimiz gibi bölgede huzur olması mümkün olmadığına göre iki devletli çözüm yaklaşımı hiçbir karşılığı olmayan, Siyonist varlığın devamına imkân sağlayan içi boş bir söylemdir. Kurulduğu günden bugüne kadar bölgenin huzuruna kasteden katil terör şebekesini tanıyan, bu şebeke ile normalleşme adımları atanların bugün de iki devletli çözüm masalları üzerinden zihinlerde İsrail’in varlığını meşrulaştıracak, normalleştirecek bir adımı ümmete dayatması kabul edilemez.