Siyaset olgusunun özü "iktidar" (power, erk) olduğunu gözönünde tutarsak, doğal olarak, ona yönelim ve dolayısıyla rekabet ya da mücadele kaçınılmazdır. İktidarın muhtevasını güç (maddi veya manevi), erdem, bilgi, hak, adalet vb. olarak tanımlamış olsak da, bu muhtevanın gereği rekabet ya da mücadele daima sözkonusudur. Rekabet ya da mücadelenin ihtiyaç duyduğu araçlar, yöntemler ve nitelikler birinden diğerine deişkenlik gösterebilir ama rekabet ya da mücadele aynı kalır. Rekabet ya da mücadelenin olumlu olumsuz, yararlı, yararsız, açık gizli biçimde ortaya çıkması, siyaset olgusuna verilen anlam, kazandırılan değer ve yüklenen önem ve işlevle ilişkilidir. Sözgelimi, siyaset olgusunu bireysel varlığınızla sınırlı tutuyorsanız, mesela malvarlığınızı arttırmak, ün tutkunuzu doyuma ulaştırmak gibi anlamını ve değerini bu bağlamda temellendirirsiniz. Yapacağınız mücadele de buna koşut (paralel) olur. Bireysel istemin üzerine kamusal hedef iliştirmeye çalıştığınızda, çatışma ve çelişki kaçınılmazdır. Son çözümlemede ahlâki bir çatışkı kendiliğinden oluşur. Kaldı ki, siyaset olgusu, kendini gerçekleştirmeye ya da mahiyeti gereği tezahür etmeye başladığı anda ahlâkî devinim de işlemeye başlar, yürürlüğe girer. Çünkü siyaset olgusu, varlığı gereği insan edimiyle (fiiliyle) bağlantılıdır, hatta ona bağımlıdır. Ahlâk olgusunu siyaset olgusundan ayrı tutma eğiliminde olan yaklaşım ve görüşler, siyaset ve ahlâk olgularını birer doğa nesnesi gibi ele almaktadırlar, dolayısıyla temel bir yanlış üzerindedirler.
Bu arada, siyaset olgusuyla ahlâk olgusunun farklı alanlar olarak mutlak ayrımını savunanların başında geldiği önkabulünü benimseyenler, iktidar mücadelesinde rakiblerini ahlâka kayıtsızlık anlamında "makyavelcilik" kavramını oluşturmuşlardır. Batı siyaset tarihinde ancient réqime (eski rejim), yani sınıflı ve imtiyazlı bir toplumsal-siyasal yapının sürmesini isteyenler, daha sonra conservetive, tutucu ya da muhafazakâr adını alacaklardır. Gerçekten tutucular, rakip addettiklerini uluorta, siyaset alanında, ahlâksızlıkla itham edip suçlarken, en büyük ve karanlık "makyavelcilik" örneklerinin temsilcileri olmuşlardır. Kaldı ki, siyaset felsefecisi Makhiavelli, uyguladığı bilimsel yöntem gereği siyaset olgusu-iktidar ilişkisini açıklamak isterken, ahlâk olgusunun konumuna da yer verir. Ama herhalûkârda ahlâkı yoksadığı sonucu çıkartılamaz. Bu başlı başına tartışılacak önemli bi konudur, değinip geçiyoruz.
Ecevit in cenaze töreninde beklenmedik bir kalabalığın bulunmasıyla birlikte, Türkiye deki "sol"un halinin ne olacağı nakaratı, doğrusu temcit pilavı, ısıtılıp masaya getirilmeye çalışıldı. Kimler tarafından Öncelikli olarak büyük medyada köşe tutmuş, ya da köşeler tutturulmuş kişiler, işaret fişeklerini ateşlediler. İrili ufaklı siyasi parti temsilcileri, meslek örgütleri mensupları vb. ister istemez tartışmaya dahil oldular. Yaklaşımlarını, görüşlerini, tesbitlerini, önerilerini ortaya koymaya başladılar. Bunları benimseyelim, benimsemeyelim, ciddi veya yetersiz bulalım ama nihayet saygıyla karşılanması gereken görüşler, yaklaşımlardır. Bu bir. Ancak "sol" düşünce ve dünya görüşünü kendi mülkiyetinin mutlaklığı içinde görerek, gerçekte, temel alındığı belirtilen Batı düşünce ve siyasetindeki anlamını, önemini, işlevini, gelişimini ve dönüşümünü yüzeyselin de ötesinde bir "cedel"e, yani boş konuşmaya indirgemek, bu ülkenin düşünce dünyasının havasını boğucu hale getirmek, demektir. İlkelerden, düşünce erdeminden, tutarlılıktan yoksun olunduğunda, "solcu", nitelendirmesi de, "muhafazakâr" nitelendirmesi de hava kalır. Muhafazakârlık ne kadar ilkesizliği ilke edinmişse, solculuk da ilkelerin içini boşaltmada o denli çaba göstermiştir.