Barış havasında sunulan ama gerçekte ateşkes olduğu unutulamaması gereken bu yeni süreçte Gazze’nin geleceği ile ilgili soru işaretlerini anlamak ve cevaplamak bakımından tarihsel tecrübeye başvurmak yararlı olacaktır.

Bu noktada, 1930’lu yılların sonunda Mahatma Gandhi ile Siyonist şair Martin Buber arasındaki mektuplaşmalar, Siyonist işgalin serencamını ve Siyonist zihniyetin pervasızlığını görmek bakımından satır aralarında açık ya da örtülü ama oldukça dikkat çekici, kayda değer bilgiler sunmaktadır.

Hindistan’da pasif direnişin sembolü haline gelen Mahatma Gandhi, 1938 yılında bir dergide neşredilen yazısında Yahudilerin Filistin’e kitlesel göç ettirilmesinin ahlaki olmadığını ilan ederek açıkça Siyonistlere tepkisini göstermişti. Öyle ki Gandhi, İngiltere'nin İngilizlere veya Fransa'nın Fransızlara ait olması gibi Filistin’in de Filistinlilere ait olduğunu vurgulayarak, Yahudilerin Filistin’e dayatılmasını insanlık dışı olarak nitelendirmiş, Filistin’de Yahudilere devlet kurdurulmak istenirken burada yaşayan halkın gururuyla oynanmasını, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak tasvir etmişti. Ayrıca Siyonistlerin çelişkisine de dikkat çeken Gandhi, Yahudiler için ulusal yurt talebine onayın İncil'de ve Yahudilerin Filistin'e geri dönmeyi ısrarla arzulamalarında aranmasının anlamsızlığına da işaret etmişti.

Son olarak Gandhi, seçilmiş ırk olduğunu iddia eden Yahudilere, yeryüzündeki konumlarını savunmak için şiddetsizlik yolunu seçerek ünvanlarını kanıtlaması çağrısında bulunarak, Yahudilerin nerede doğup büyüdükleri fark etmeksizin adil bir muamele görmeleri konusunda ısrarcı olmalarını teklif etmişti. Yani Hitler Almanyası’na karşı pasif direnişte bulunmaya çağırmıştı. 

Tabii tahmin edebileceğiniz gibi, Gandhi’nin bu sözleri, antisemitist ilan edilmek için yeterli olmuştur. Hâlbuki Gandhi’yi Siyonizm düşmanı olarak gösterdikleri tarihlerde Alman Siyonist Örgütü ile Hitler Almanya’sı arasında imzalanan Haavara (Transfer) Anlaşması’nın da gösterdiği gibi Siyonistler ile Hitler yönetimi arasında oldukça girift ama yakın ilişkiler bulunduğu açıkça görülebiliyordu.

Bu gerçeğin yaygın bir şekilde ortaya çıkmasından duydukları korkudan olsa gerek, dünyanın ilgisini çeken Gandhi gibi bir karakterin Siyonist işgale karşı ortaya koyduğu bu itiraz, Siyonist çevreler tarafından çeşitli şekillerde etkisizleştirilmeye çalışıldı. 

Bunun örneklerinden birisi de o dönem Siyonizm’in öncü isimlerinden birisi olan Martin Buber’in Gandhi’ye cevap olarak yazdığı mektupta kendisini gösterdi. Buber kendince Gandhi’nin söylemlerine karşılık birtakım argümanlar geliştirmeye çalıştı.

Ama bunun detaylarına geçmeden evvel belirtilmesi gereken önemli bir husus, Siyonizm’in güvercin kanadından sayılabilecek Buber’in, tıpkı David Ben Gurion ve diğerleri gibi, Siyonist işgalin şahin kanadı karşısında itiraz ediyormuş görüntüsü vererek işgale zaman kazandırma işlevini yüklenmesidir.

Örneğin Gandhi’nin neden Filistinlilerin topraklarına zorla el koyulduğuna ilişkin sorusuna Buber, “Onları mülksüzleştirme arzumuz yok, birlikte yaşamak istiyoruz” cevabını vererek, sözde barış mesajı vermektedir.

Ama sözde barış elçisi rolünü oynayan bu zihniyet, barışı Filistinlilerin toprağına el koymak şartına bağlamaktan da çekinmemekte, daha doğrusu bunu kolaylıkla normalleştirebilmektedirler. Tıpkı bugün Gazze ateşkes planında Filistinlilerin muhatap alınmamasında olduğu gibi. Gazze’yi ilgilendiren anlaşmayı Trump ile Netanyahu açıklamakta ama üçüncü tarafı yok saymayı normalleştirmektedirler.

Bu yazıda, Buber’in Gandhi’ye gönderdiği mektubu dile getirmemin ana nedeni, mektupta Nazilerle ilgili bir ifadesine dikkat çekmek istememden kaynaklanmaktadır.

Yahudilerin kendilerine yönelik olduğunu iddia ettikleri adaletsizliklere karşı pasif direnişe geçmeleri çağrısında bulunan Gandhi’ye cevaben Martin Buber, “…duygusuz insanlara karşı, onları yavaş yavaş akıllarına getirme umuduyla şiddet içermeyen etkili bir duruş sergilenebilir; ancak şeytani ve evrensel bir eziciye karşı bu şekilde direnilemez” mealinde bir karşılık vermiştir.

Görüldüğü gibi, Siyonist Martin Buber, şeytani ve küresel ezici olarak nitelendirdiği Nazilerin ancak güçten anlayacağını, ancak güç ile durdurabileceğini ifade etmişti.

Mektupta geçen bu ifadenin, içinde bulunduğumuz günlere cevap olması bakımından yeterli seviyede olduğu kanaatindeyim.

Biliyoruz ki, bugünün şeytani ve küresel ezicisi, Siyonizm’dir. Öyle ki, tüm dünyanın gözü önünde işlediği soğukkanlı vahşetlerle soykırım ifadesini bile tersyüz etmiştir. Bugün soykırım yerine başka bir kelime arayışına girerek bu vahşi zihniyeti daha doğru bir şekilde tasvir etme gayretine girmemiz bundandır.

Bu şeytani ve küresel ezicinin anlayacağı dil, onların ifadesiyle söylersek, pasif direniş değildir. Mesela, Sumud filosu ve benzeri halk eylemleri pasif direniş örneğidir.

Bu pasif direniş eylemleri Siyonistleri birtakım adımları atmaya zorlasa da, nihai olarak durduracak adımlar değildir. Siyonist Buber’in de ifade ettiği gibi, bu zalim baskıcı soykırımcı zihniyeti durdurmanın yolu tıpkı Filistinli grupların ispat ettiği gibi aktif direnişten geçmektedir.

Bundan dolayıdır ki; Gazze’nin geleceği ile ilgili alınacak karar ne olursa olsun, yalnız Filistin’in değil, insanlığın düşmanı olan Siyonizm’in küresel sömürüsünden kurtulmanın yolu aktif direniştir. Gerisi laf-ı güzaftır.