Hayatta tanıdığım bazı hizmet ehli insanlarda gördüğüm ortak bir nokta vardır. Bu kişilerin takvası, ihlası, şuuru, kuşatıcılığı, sevecenliği, atılganlığı, tevekkülü ve benzeri hasletleri sanki sonradan öğretilmiş değil de içlerine yerleştirilmiş ilahi bir mevhibedir. Bunu anlamak için sadece son asır İslam davetçileri ve mücahidlerinden Şeyh Şamil, Ömer Muhtar, Hasan el-Benna, Necmeddin Erbakan, Abdullah Azzam, Şeyh Ahmed Yasin’in hayatlarına kısa bir bakış atmak yeterli olacaktır. İşte Bahattin Abi de kanaatime göre böyle birisi idi. Önce İzmir’de, sonra da Erzurum’da destanlar yazmış, ardından 1980 ihtilali ile birlikte Afganistan’a giderek çeşitli cephelerde savaşmış ve kürek kemiğinden vurularak gazi olmuştur. Oradan döndükten sonra da artık tüm Müslümanların ortak aklı ve ortak paydası olmuştur.
Kendisiyle ilk kez Afganistan dönüşü o dönem Fatih’te bulunan Seha Neşriyat’ta karşılaştım. Daha önce birbirimizi hiç görmemiştik. Daha sonra Erzurum’a geldi ve bizim kaldığımız öğrenci evine yerleşti. Bu ev, daha önce Mehmet Talo hocaefendi tarafından medrese olarak kullanılan ve Mahmud Efendi Hazretlerinin cemaatinden Sadreddin Dağ abinin ilgilendiği bir evdi. Bahattin Abi 1976 yılında Erzurum İktisat Fakültesi’ni kazanmış ve 1980 ihtilaline kadar buradaki İslami hareketin en önünde yer almıştır. Bunun için Erzurum’da onu saygı ve rahmetle anmayan hiçbir Müslüman yoktur.
İkinci dönem öğrenciliği sırasında yaklaşık iki buçuk sene aynı evde kaldık, aynı odada ve aynı ranzada yattık. Demir ranzanın üst katında ben, alt katında da o yatardı. Hafta sonları Sivas’ta bulunan hanımının yanına veya davetli olarak başka bir yere gittiği için genellikle bulunmazdı. Odamız bir ranza ve bir de Bahattin Abi’nin ders çalıştığı küçük bir masanın sığdığı çok küçük bir yerdi. Ben dersleri salon olarak kullandığımız odada çalışırdım. Benden dokuz yaş büyüktü ama davranışları diğer arkadaşlarımızdan farksız hatta daha ileri idi. Çok okuyan ve derin tefekkür sahibi birisi idi. Uzun bir aradan sonra döndüğü tahsil hayatında sayısal ağırlıklı derslerine imtihan dönemlerinde sabahlara kadar çalışırdı. Ondaki bu azme hayret ederdik. Üstelik savaş cephelerine gidip dönen gençler çoğunlukla hayata tutunmakta zorlanırlarken Bahattin Abi’de bunun izine dahi rastlanmıyordu. Kendisinden Afganistan Cihadı ile ilgili hiçbir hatıra ve detay dinleyemedim. Sadece omuzundan vurulduktan sonra Peşaver’de hastanede yatarken alçılı kolunun içinin bit dolduğunu ve mücahitlerden birisinin getirdiği tahta bir çubukla alçının içini nasıl kaşıdığından bahsetmişti. Ama 1980 öncesi gerek Erzurum ve gerekse Sivas’ta Akıncılar teşkilatında iken yaşadıkları birçok enteresan olayı anlatmış, bizleri zaman zaman kahkahalara ve zaman zaman da derin heyecanlara sevk etmiştir. Mesela bir gece, bir arkadaşı ile birlikte CHP’nin Dadaş sinemasında düzenlediği bir toplantıyı nasıl bastıklarını anlatmış bizleri kahkahalara boğmuştu.
Bahattin Abi Erzurum’a geldiğinde hiçbir İslami çalışma yok gibiydi. Zira 1982’de geniş bir tutuklama yapılmış ve var olan yapılar tümüyle dağıtılmıştı. İnsanlarda biraz korku ve biraz da liderlik edecek kişilerin olmayışı yüzünden bir ölüm sessizliği vardı. Ama Bahattin Abi gelir gelmez hemen harekete geçti. Akıncılar teşkilatından eski arkadaşlarını bir araya getirdi. Onlarla toplantılar düzenledi. Üniversite öğrencilerini tekrar teşkilatlandırdı ve onlarla haftalık olarak düzenli dersler yaptı. Bizim öğrenci evimizde halka yönelik haftalık sohbet programı düzenledi. Burada merhum Halis Emek hocamız konuşur, o olmadığı zamanlarda da üniversiteden Mustafa Ağırman hocamız konuşurdu.
Kısacası Bahattin Abi bir aksiyon adamı idi. Bulunduğu yere mutlaka bir hareketlilik getirirdi. İslami camiadan tanışmadığı insan yoktu. O dönem, Refah Partisi’nin kurulduğu ilk yıllardı. Bir Pazar günü evde sabah kahvaltısını yaptık. O gün Refah Partisi’nin il kongresi vardı. Ben gidecektim ama henüz vakit erkendi. Bahattin Abi daha çok partiye olumsuz bakan gençlerle oturup kalktığı için ve de henüz yeni geldiği döneme rastladığı için kendisini iyice tanıma fırsatı olmamıştı. Bana dönerek, “Hadi hazırlan kongreye gidelim, genel başkan salonda yalnız kalmasın, ayıp olur. Zira Erzurumlular genellikle geç gelirler” dedi. Evde başka arkadaşlar da vardı. Ama onlara bir şey demedi. Hemen hazırlanıp çıktık. Salona girdiğimizde tam da Bahattin Abi’nin dediği gibiydi. O dönem genel başkan olan Ahmet Tekdal Bey yanında birkaç kişi ile birlikte masanın önünde ayakta bir şeylerle meşgul oluyordu. İçeriye girince Ahmet Tekdal Bey hemen bize doğru yöneldi ve içten gelen bir hoşnutlukla: “O… Bahattin’ciğim sen hoş geldin” dedi. Doğrusu bir genel başkanın kendisine ismiyle hitap edecek kadar yakinen tanımasına o gün ben şaşırmıştım.
Evet, Bahattin Abi bu idi. İş yapan, Allah için koşan herkesin ayanında ve yardımında idi. Aynı zamanda iyi bir okur ve entelektüel bir kişiliği vardı. Mesela bana bir Alman yazarın Almanya’da kaçak olarak çalışan Türk işçilerinin ne kadar gayri insani şartlar altında çalıştıklarını anlatan “En Alttakiler” isimli bir kitap okutmuştu ki bu tür kitaplar bizim dünyamızdan çok uzaklarda idi. Ancak onunla bu sahalara açıldık.
Bahattin Abi, hem kılıcıyla ve hem de kalemiyle savaşan bir mücahiddi. İlk kitabı Ferhat Dağcı imzasıyla yayımladığı “Savaşan Afganistan’dır. Sonra Abdulhamit Muhaciri mahlasıyla “Cihad Günlüğü” kitabını yayınladı. Yine İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinden seçtiği örnek şahsiyetleri anlattığı: “Güllerin Vedası” isimli eseri de çok güzel bir hikaye kitabıdır. Mutlaka her delikanlının okumasını istediğim “Karda Ayak İzleri” isimli eseri ise Afganistan’dan dönerken kışın ortasında bir arkadaşı ile birlikte İran-Türkiye sınırından dağları aşarak kaçak yollarla Türkiye’ye girişlerini konu alan macera dolu bir kitaptır.
Onun bana göre esas kitabı ise Hicret’in 1400’üncü yılı anısına Erzurum’dan Kayseri’ye yürüyüşünü konu alan ve içerisinde ince bir aşkın da yer aldığı “Kar Çiçeği” adlı romanı.
O bütün bu kabiliyetlerine rağmen ne bir devlet kurumunda yöneticilik ve ne de bir vakıf ve dernekte maaşlı personel oldu. O, Hasan Aycın abimizin tabiri ile maişetini “Katrancı Bahattin” olarak tedarik etti ve dünyadan öylece ayrıldı.
Diğer taraftan şiire de merakı vardı. O dönem Hak-İş sendikası ödüllü bir marş yarışması düzenlemişti. Bahattin Abi’de bir marş yazdı. Ama kendi adıyla göndermedi. Benim adımla gönderdi ve yazdığı bu marş birinci elemeyi geçti. Kendi adına niye göndermediğini sorduğumda: “Oradaki arkadaşları tanıyorum. Benim için ayıp olur” dedi.
Bahattin Abi’ye tek eleştirim Afganistan dönüşü Erbakan Hocamızın kendisine Milli Gençlik Vakfı Genel Başkanlığı görevini teklif etmiş olmasına rağmen bunu kabul etmemesidir. Tabii bu kabul etmeyişte o dönem beraber olduğu arkadaşlarına -her ne kadar birçok noktada farklı düşünse de- vefa duygusunun olduğunu biliyorum. Keşke kabul etseydi de bu samimiyetini ve gayretini daha verimli alanlarda kullansaydı.
Kendisini şehadetinin onuncu yılında minnet ve saygı ile anıyorum. Allah Teala rahmet eylesin.