Orgeneral Tuncer Kılınç, Mart 2002’de MGK Genel Sekreteri iken “Türkiye’nin yeni birtakım arayışlar içinde olması kesinkes ihtiyaç. Bunun da en doğru yöntemi zannediyorum, Rusya ile birlikte, ABD’yi göz ardı etmeksizin mümkünse İran’ı da içerecek şekilde arayış içinde olunmasıdır” diye bir açıklama yapmıştı. Bu açıklama dönemin koşulları düşünüldüğünde cesur bir çıkıştı. 28 Şubat’ın etkileri halen devam ediyordu. T. Kılınç’ın yaptığı açıklama sanki şahsi kanaatlerinin ötesinde bir anlam taşıyordu. ABD, 28 Şubat sürecini ve sonuçlarını sıkı bir şekilde takip ediyordu. Ancak bu açıklama ABD’nin öncelikleriyle örtüşmüyordu. İyi de Tuncer Kılınç bu açıklamayı neden yapmıştı? Bir kısım askeri kaynakların NATO üzerinden ABD ile birlikte hareket ettiği bilinen bir gerçekti. Bu açıklama NATO içinde TSK’ ya yüklenen misyona ve müesses düzene aykırı bir tutumu ortaya koyuyordu.

Aslında o gün ifade edilenler, bugünü de içine alan bir sürecin başlangıç noktası sayılabilir. Bu açıklamadan bir yıl sonra, 1 Mart 2003 Tezkeresi’nde, TBMM ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a geçişine izin vermemişti. Hava sahamızı açmamıza rağmen bu sonuç ABD için bardağı taşıran son damla oldu. Sonrası malum. Önce 4 Temmuz 2003 tarihinde “Çuval Hadisesi” yaşandı. Süleymaniye’de bir binbaşı komutasındaki 11 askerimiz, ABD 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce ve yanlarında Peşmergeler olduğu halde başlarına çuval geçirilerek gözaltına alındı. Seçilen tarih ilginçti. 4 Temmuz. Bu tarih ABD’nin Bağımsızlık Günü’ydü. Bu bir kutlama mıydı? ABD kendi topraklarından 10 bin km ötede, sanki buralar benden sorulur der gibi mesaj mı vermek istiyordu? TSK 1 Mart Tezkeresi’nde kendisine gereken desteği vermediği gerekçesiyle cezalandırılıyor muydu?

Evet, Ergenekon, Balyoz gibi süreçler “Özellikle ABD karşıtı subayların tutuklanması ve tasfiyesi” idi. Hatta girişte ifade ettiğimiz cesur çıkışı yapan Tuncer Kılınç, Ergenekon soruşturması kapsamında 13 yıl 2 ay ceza almıştı. ABD risk almak istemiyordu. Çünkü TSK bölgenin ve dünyanın en güçlü ordularının başında geliyordu. Eğer ABD’nin bölgesel planları 1 Mart’ta olduğu gibi bir daha kesintiye uğratılırsa bunun sonuçları ağır olurdu. ABD’nin bu süreci yürütürken Türkiye’de kimlerle iş tuttuğunu, 7 Şubat 2012 MİT Krizi’nden beri net olarak görüyor ve takip ediyoruz. Bugün bile bir anlam verilemeyen bir suikast iddiası üzerinden, bir ordunun en mahrem sırlarının bulunduğu Kozmik Oda’ya bile girdiklerine göre üst akıl hiçbir şeyi şansa bırakmıyordu. FETÖ’den tutuklananların ifadeleriyle, etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyenlerin itiraflarıyla, kurulan kumpasların merkezi hakkında artık olması gereken bilgilere yeterince sahibiz.

Son olarak ise bilindiği gibi uçak krizinin ardından Rusya ile bir yakınlaşma sürecine girdik. Rus uçağını düşüren pilotların, darbe girişimi sonrası örgüte üyelik iddiasıyla tutuklandıklarına dair bilgiler ne getirir ne götürür bilmiyorum. Eğer gerçekten uçak düşürme işi hükümete rağmen yapılmış ise, bunu da dış müdahale olarak bir kenara yazın ve BOP zincirinde bir halka olarak tarihi akışa ekleyin. Geçen hafta Murat Yetkin’in köşesine taşıdığına göre, Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesi sürecinde, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar aktif bir rol oynamış. Yani Tuncer Kılınç’la başlayan niyet beyanı, asker içinde farklı boyutlarda devam ediyor. Devamı da gelecek gibi. Bütün bu olanlar dış politikada bir ray değişikliğinin işareti mi, bunu zaman içinde göreceğiz. Daha önce yazmıştık, tekrar hatırlatalım. 1991’de ABD’yi koşulsuz destekleyen Türkiye, Irak’ın kuzeyinde, 36. Paralel’de tuzağa düşürüldü. O yüzden 1 Mart 2003’te frene bastı. Şimdi ABD, Suriye’de PYD üzerinden yeni bir oyun içinde. Bu oyun başarılı olursa namlunun sıcaklığı şakaklarımızda demektir. TSK bunu gördü ve kendi sorumluluk alanında alternatifler üretmeye çalışıyor.

Bu süreç yaşanırken terör Diyarbakır’ı, Van’ı, Elazığ’ı ve Bitlis’i, son olarak ise Gaziantep’i vurdu. Gaziantep’te 51 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bütün bu saldırılar Rusya ile yakınlaşmaya cevap gibi duruyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü sağlanamadığı müddetçe terör saldırılarını bertaraf edebilmek çok zor olacak. Unutmayalım ki, bu coğrafyada kiralık katil arayanlara her zaman evet diyecek ihanet şebekeleri bulunabilir.