11 ayın sultanı Ramazan’a girmiş bulunmaktayız. İri tirajlı medya ve reyting canavarı televizyonlar, Ramazan ayında “Reklamverenleri Tavlayacak” süreci hızlandırmak ve göstermelik birkaç sayfa, bir iki program ile zevahiri kurtarmaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Türkiye’de medya zihniyetinin materyalist ve kapitalist bir boyut taşıdığı, reyting merkezli yapımların ön plana çıktığı, gazetelerde de durumun aynı minvalde seyrettiği kesinleşmiş durumlardır. Birkaç televizyon dışında Ramazan için özel bir program yapan hiçbir medya kuruluşu yok.
Ramazan’ın bereketini, faziletini, rahmetini, gufranını bizlere yansıtma yönünde medyanın bir seferberlik ilan etmesi gereken günleri yaşıyoruz. Ama, yılın diğer günlerinde insanların ahlakını dejenere etmek, maneviyatını bozmak, “iffeti değil şehveti başrole koyan anlayışla” diziler, yapımlar, programlar ortaya koymak için çabalayan medya zihniyetinin, mübarek Ramazan ayında maneviyat iklimimize katkı yapmasını sağlamasını beklemek, elbette abesle iştigalden başka bir şey değil.
Nefsimizle cihat anlamını taşıyan uzun günlerdeki oruç ibadetimizi, sağından solundan yaralayan, zedeleyen, çekiştiren tüm unsurlarla mücadele etmemiz de gerekiyor.
Medyada, televizyonda gazetede sokakta orucumuzu zedeleyen, yaralayan çok şey var. Hakkaniyetli, dört başı mamur ve rahmetinden faydalandığımız bir oruç tutabilmek, Ramazan’ı aynı şekilde idrak edebilmek için gerçekten büyük nefis mücadeleleri yapmamız gerekiyor.
Sokağın hali bizleri yaralıyor… Medyanın dili ve görüntüsü bizleri yaralıyor…
Türkiye’de dizi sektörü, özellikle son dönemde aldı başını gitti… Toplumsal yapımızın temeline dinamit koymak, genetik kodlarımızdaki tüm güzellikleri ortadan kaldırmak, kötülükleri içselleştirmek, ahlak ve maneviyatımızı yok etmek felsefesiyle kurgulu dizi sektörümüze, tüm dünyadan büyük talep gelmiş durumda.
Bir çok dizi, bir şekilde Ortadoğu ve İslam ülkelerine de pazarlandı. Çoğu zaman dizilerimizdeki başrol oyuncularının bu ülkelerdeki popüler kültürün bir parçası olduğu yönünde haberler okuyoruz.
Türk dizilerinin 50 ülkede gösteriliyor olması, ancak “Pazarlama” yönüyle bir başarının eseridir. Bu dizilerin, muhteviyat açısından hiçbir değer ortaya koyamıyor olması ise gerçekten sosyolojik bağlamda bir acziyetin ifadesidir.
Hiçbir ahlak kırıntısının içinde bulunmadığı, tarihe damga vurmuş Kanuni Sultan Süleyman’ı bile uçkur düşkünü ve harem entrikalarının kurbanı gibi tasvir etmeye yeltenen bu dizilerin, İslam ülkelerinde hangi mantaliteyle seyredildiğini biz de anlamış değiliz.
Dizilerin, programların pazarlandığı İslam ülkelerinin, asıl şimdi farklı bir nazarla Türk televizyon ekranlarına bakmaları en büyük dileğimiz.
Ramazan ayının Türk televizyonlarında nasıl kutlandığını, nasıl karşılandığını, bu mübarek ayın Türkiye’de nasıl karşılık bulduğunu bu ülkeler alıcı bir gözle baksınlar ve nasıl bir medeniyet perspektifinin kendilerini dönüştürmeye çalıştığını anlasınlar.
İşte biz onlara rağmen, bu zihniyete rağmen, bu mantaliteye rağmen, Ramazan’ımızı en güzel şekilde idrak etmeye çabalıyoruz.
Onlara rağmen, Ramazan’ı bizden razı edebilmenin çabasını gösteriyoruz.
Maalesef, Türkiye’de hakim paradigmaya hizmet eden medyanın dine ve diyanete bakışı arızalıdır… Hatta, din konusunda hiçbir bilgi kırıntısına bile sahip olmadıkları, “Cenaze namazında saf tutanların secde etmedikleri görüldü” gibi abuk subuk değerlendirmelerinden anlaşılabilir.
Hatırlarsanız 12 Eylül darbesinin mimarı, Kenan Evren, “Ben Cuma namazımı tek başıma evde kılıyorum” diye saçma sapan bir beyanat vermişti. Hiç kimse de kendisine “Cuma namazı camilerde, mescitlerde cemaatle kılınır, evde tek başına kılınmaz” diye karşı çıkmamıştı.
Ramazan ayını idrak ettiğimiz bugünlerde iri tirajlı medyada ve televizyonlarda Ramazan ayının ruhuna uygun, bu ayın rahmetini, bereketini, gufranını yansıtacak nitelikte program arıyoruz ama bulamıyoruz.