Son zamanlarda sinema salonları hareketli. Pandemi ve digital platformların etkisi ile seyirci sinemaya küsmüş gibiydi. Yerli ve sinemada bilet satan kimi sinemacıların da kolaycılığa kaçması ile durum pek iç açıcı değildi malum.

Oppenheimer ve Barbie aynı hafta vizyona girdi. Vizyona girmeden çok önceleri reklâm bombardımanına tutulmuştuk zaten. Hatta Nolan ve kendi filmini sürekli övmesiyle atom bombası yemişten beter olmuştuk.

Atom bombasının naifliği…          

Bilindiği üzere Oppenheimer Yahudi asıllı bir adam ve atom bombasının mucidi. Burada konuları ayıralım. İzlediğimiz film bir endüstri ürünü olarak gayet başarılı. Müzikleri biraz bizim yerli dizilere benzemiş ama her güzelde bir kusur bulunur. Katmanlı kurgu tercihtir elbet. Görece bir iş olduğu için elbet beğenip beğenmeyeni çıkacaktır. IMAX çekilmesinin esprisini anlamadım. Filmde sürekli kafalar gördük ve konuşmalardan sıkıldığımız yerler oldu. Ben ürün kısmına çok takılmıyorum. Beni rahatsız eden şey başka.

Heisenberg’in atom bombasının formülünü bulduğu ama Hitler’e güvenmediği için ortaya çıkarmadığı yaygın bir bilgidir. Bu not burada dursun.

Hollywood belli aralıklarla Ağustos ayına yakın atom bombası konulu film yapıyor. Tek seferde on binlerce insanı öldüren, etkisi yıllar süren bir felaketin müsebbipleri savaş suçları mahkemesinde yargılanmaları gerekirken gelin görün ki her adımından kahraman olarak çıkmayı başarıyorlar. Filmde arada yapılan siyasi eleştirilere aldanmayın. Onlar işin süsü. Bir bilim adamının bir icat yapmasındaki teşviki anlayabilirim. İcatları masum bulmam bu yüzden ama bu icatları siyasi erk kullandığında katliam, sömürü ve kapital bir durum çıkıyor maalesef. Filmde en çok beğendiğim kısım, siyasi erkin bilim adamlarıyla işi bittiğinde itibarlarıyla oynamaktan çekinmemeleri. Kahraman olmalarına izin verilmez yani. Bu yanı ile beni yakalamış olsa da Hiroşima ve Nagazaki’de olanlar ne olacak? Bomba Hitler’i durdurmak için miydi, Stalin korkusu muydu? Avrupa’ya bu bombayı atmayı yakıştıramadınız da ihale Japonya’ya mı kaldı? 2. Dünya Savaşı’nın bitişi anlamına gelen Japonya İmparatoru’nun teslim anlaşmasını “Missouri” gemisinin bizim boğazımıza demirleyen gemi olması da kesin tesadüftür. Bu tarz yapımlar Holokost filmleri gibi bir hafızayı diri tutmak için yapıldığından beni rahatsız eder.

Dünyanın geri kalanına bakarsanız Oppenheimer’ın gişede Barbie’yi geçtiği nadir ülkelerdeniz. Neyi merak ettik bilemiyorum…

CİCİLİ BEBEKLER CANLANDI

Kapital dünyanın en etkili silahlarından biriydi geçmişte Barbie bebekler. Güzelliği ve ihtişamı, şatafatı temsil ederdi. Instagram yokken onlar vardı yani. Son yıllarda, teknolojinin geldiği nokta itibarı ile satışları epey düşmüştü. Zemin hazırdı. Kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi hak değil bir çıkar çatışması olan konular kendisine kolay taraftar bulmaya başlamıştı. Sahne hazırdı yani ve Barbie “perde” dedi.

Pembeleri çekip salonlara koşanların psikolojisini profesyonellere bırakıyorum. İnsanı insan olmaktan çıkarıp parçalara ayırmaya uğraşan, her parçayı ayrıca bozmaya çalışan bu mekanizma sizce bu filmle dünyaya ne mesaj vermeye çalışmıştır? Bir kadın yönetmen çekmiş, tamam. Bir kadın yönetmen tarafından çekilen en büyük bütçeli ve en çok hâsılat yapan iş, tamam. Oyuncak bebeğiyle oynayan mutsuz bir çocuğu mutlu etmek için çıktığı yolda yol o kadar karmaşıklaşıyor ki. Bir süre sonra neyi takip edeceğinizi şaşırıyorsunuz. Yıllarca insanların sırf o bebeğe benzeyebilmek için telef olduğu, kadınların güzellik algısını bozup onlara para harcatmaya çalışan bu sistem mi kadın haklarını savunuyor? Bu arada oyuncak deyip geçmeyin. Onca insan hangi motivasyonla pembeleri çekip gitti sanıyorsunuz filme.

Elimizde bolca reklâmı yapılmış -harcadıkları parayı çıkarmaları lazım elbette- içinde bulunduğumuz ekonomik şartları umursamadan, bilet fiyatlarını yadırgamadan sinema salonları ile ateşkes imzaladık.

Fakat unutmayın ki hiçbir film sadece bir film değildir. Hele hele propaganda için kullanılıyorsa…

Şunu da unutmamak lazım; “Gerçekler acıtmaya başladığında hepimiz gerçekliklere kaçarız. Fakat unutulmamalı ki hiçbir gerçeklik gerçek değildir!” Atom bombası ne kadar insanlık suçuysa, bir oyuncak üzerinden karartılan ve değiştirilen hayatlar da bir o kadar suçtur!

Ve suçlu belli.

Siz de haklısınız. 7 Haziran ile 1 Kasım seçim sürecini hatırlayın. Kurulamayan hükümet, patlayan bombalar, ortalık öyle karışık. Sizce 1 Kasım akşamı en çok izlenen program hangisiydi? İsterseniz bir araştırın…