Cürüyen bir toplumun giderek kangrenleşen hastalıklarının önüne geçilemiyor. Hastalıklar çok yönlü, çok çeşitli, çok boyutlu. Bölünen, parçalanan kitleler olumsuzlukları birbirilerinin anlayışları üzerine yıkıyorlar, kendilerini kurtarmaya ve sorumlu olmadıklarını anlatmaya çalışıyorlar. İşin kolayı sorumluluklardan kaçmak, başkalarını sorumlu tutmak.
Aslında, hepimiz neredeyse aynı hamurdan geliyoruz, farklılıklarımız olsa da.
Bu toprakların, medeniyet ve kültürün ruhundan beslenenlerin özleri aynıdır. Çok da farklı değildir. En uçtakilerin bile ortak bir damarı bulunuyor. Bir ateistin ruh toprağı deşilse bir yerde bir buluşma sağlanabiliyor. Cumhuriyet ideolojisinin “yaratmaya” çalıştığı Batıcı ruhlu, metafiziksiz, materyalist ve pozitivist tiplerde bile bu medeniyet ruhunun bir damarı vardı. İdeolojik saplantıları olanları elbette ayırmak gerekiyor. Bu her zaman aynıdır, değişmez.
Cumhuriyet ideolojisinin o keskin ve saldırganlığının ötesinde şu yakın zamandaki gelişmeler ve durumlar çok daha farklı. Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu araştırmasında gençlerin yüzde otuzunun ateist olduğu, o yöne doğru evrildiği belirtildi. Muhafazakârların çocukları da buna dahil. Hatta artık dini değerler bakımından ciddî bir duyarlığın kalmadığı görülüyor.
Geçen öğretim yılında İstanbul’un en seçkin liselerinden birine davet edildim. Davet eden yönetici arkadaşlar okul öğrencilerinin büyük bir ekseriyetinin ateist ve inançsız olduğu yönünde bilgi verdiler. Kendileri de bu durumda çaresiz kaldıklarını belirtiyorlar. Nasıl davranacaklarını bilemiyorlar.
Kocaeli kitap fuarında yanıma gelen bir imam hatip okulu meslek dersleri öğretmeninin yakınması daha farklı. O da öğrencilerin çok boş olduğunu, kültür ortamına egemen olan post eserlerin okunduğunu, ilgisizliklerini yana yakıla anlattı. Bu durumun önüne nasıl geçebiliriz tarzında bir arayıştaydı.
Gene İstanbul’un en seçkin liselerinden birinde de yönetime gelen ve atanan yeni öğretmenler çaresizliklerini dile getiriyordu. Bu örnekleri çoğaltmak olası. Durum ciddî, sorunlar büyük.
Cinayetler, gasplar, hırsızlıklar, alkol, fuhuş, uyuşturucu, kadın cinayetleri, vahşi katliamlar gibi olumsuzluklar başını almış gidiyor. Batıcılar bunu genelde koyu dindarlar gericiliklerine yüklüyorlar. Özellikle de kadın cinayetlerini ve darplarını.
Bu toplum 1923’ten beri yeni, manevi eğitimden yoksun bir eğitimden geçiriliyor. Bu eğitimin ruh anlayışı her şeye karşın yabancı. Muhafazakâr çevrelerin olumsuzluklara karşı direnme adına aşırı baskıları, genç enerjinin kontrol edilmezliğini aşamadığından bambaşka bir sürece sürüklüyor gençleri. Muhafazakâr diye bilinen gençler iplerini kopardıklarından diğerlerinden aslında hiç de farklı değildirler. Gençleri kuşatan dünyanın, reklâmın, aşırı tüketimin insanlarda sınır bırakmadığı gerçeği göz ardı oluyor. Başörtülü bir bayanın sokaktaki davranışları doğal olarak diğerlerinden çok da farklı olmuyor. Ve tabiî onlara yükleniliyor. Durum böyle olunca taraflar açıklarını yakalama adına bir birlerini suçluyorlar, yükleniyorlar.
Sorun elbette çok vahim ve elbette uçurum büyük. Hızla ateizme, nihilizme, burjuva bohemliğine kapılan ve savrulan gençlik o tarafta ya da bu tarafta hiç de fark etmiyor. Öncelikle bu topluma verilecek olan ruh, ya da bu aşırılıklardan koruma, güvenli bir hayat anlayışı sağlamanın yolu nedir, ne yapılmalı? Düşünülmesi gereken bu.
İnsanların birbirini suçlamaları, ötelemeleri ve dışlamaları en kolay yol tercihi.
Topluma, gençliğe manevi bir ruh sunma, besleme, sağlıklı bir düşünce ortamıyla olabilir. Aşırılıklardan kaçınarak. Eğer gençliğe güven duygusu veremiyorsanız, ona güvenilebilir bir gelecek sunamıyorsanız bütün yapılıp edilenler boşuna. Genç enerji sınır tanımıyor.
Yazıma ancak girişini yapabildim. Bu konu üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. Çünkü sorunlar karşısında çaresizliğin yakınmalarına tanık oldum. Çözüm üretemeyen şaşkın ve beceriksizlik işin bir yanı. Asıl neden derinlerde. Bunun için yazıma “Önce Maneviyat” başlığını koyuverdim. Birlikte düşünelim. Buyurun.