2002 yılının Mayıs ayı olmalı, divan dediğimiz dost meclisi mekânında birkaç dost oturuyorduk. Radyo açıktı ve radyodan türkü dinliyorduk. Birden radyo yayını kesildi, az sonra, program sunucusu, "Türk halk müziğinin büyük ustası Âşık Mahzuni Şerif vefat etti" dedi. Beraber oturmakta olduğumuz dostlarla göz göze geldik ve kısa bir suskunluk oldu, neye uğradığımızı şaşırmıştık. Çünkü az önce "Parsel parsel eylemişler dünyayı / Bir dikili taştan gayrı nem kaldı" diye başlayan Nem Kaldı isimli türküsünü dinliyorduk Mahzuni Şerifin. Çok sevdiğim bir hısımım ölmüş gibi birdenbire ağlamaya başladım ben. Çok canım sıkılmıştı. Oysa Âşık Mahzuni Şerifi şahsen hiç tanımıyordum. Tanımama imkân da yoktu zaten, yaş bakımından. Sigaralardan son gücümüzle çekerek hep beraber "Mevlam gül diyerek iki göz vermiş / Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı" diye başlayan türküsünü söylemeye başladık. O gün sabaha kadar Mahzuni dinledik... Zaman zaman eşlik ederek... Aynı zamanda tabi, koyu edebiyat sohbeti yaparak...

Neşet Ertaştan bahsedeceğim yazıya neden Âşık Mahzuni Şerifle başladığım ilerleyen satırlarda sanırım anlaşılacaktır. Türk halk müziğinin efsane isimlerinden Neşet Ertaş dar-ı bekaya (26 Eylül 2012 Çarşamba) irtihal etti. Gönül deyince akla gelebilecek ilk isimlerden biriydi. Abdaldı, yoksuldu, saz çalar türkü söylerdi, Orta Anadolu Türkçesini sever kullanırdı, Sünnî idi. Hoş benim için alevi olsa da fark etmezdi zaten. Örneğin Ali Ekber Çiçek alevidir diye söylediği türküleri sevmeyecek miyiz Bir insan türkü dinliyorsa ve türküyü seviyorsa zaten bu konuda kategorilere itibar etmez, etmemeli. Türkü bizim millet olarak yegâne ortak noktamızdır. Çünkü türkü ağıttır, çünkü türkü başkaldırıdır, çünkü türkü yakılır. Bakın söylenir değil, yakılır. Şarkı söylenir ama.

Türküler milletimizin o derin irfanından sadır olmuş, milletten alınıp millete söylenmiş yüce sözlerdir. Bu yüzden türkülerdeki müziği yakalamanın müzik bilimiyle pek alâkası yoktur. Yanlış anlaşılmasın konservatuarı küçümsemiyorum burada, söylemek istediğim başka. Kelimeler arasındaki iç sesi bilmeyen bir saz ustası öyle bir türkü söyler ki siz onun bütün kelimelerin müzikalite değerini (ölçeğini, birimini) bildiğini sanırsınız. Oysa hayır yüzeysel teknik bakımından bilmiyordur. Ama gönlündeki derin irfanî bilgi, kulağındaki duru tabiat ona o türküyü söyleme yetisi vermiştir. Ve saz çalmak... Eskiden bir ara bağlama çalmış biri olarak biliyorum ki kara düzen denilen tarz daha gönle hitap eden bir çalış şeklidir. Bu şekilde çalanlarda sanki doğuştan saz çalıp türkü söyleme yeteneği mevcuttur. Önce kara düzen sonra nota ile öğrenmiş biri olarak en azından ben öyle düşünüyorum.

Daha çocuk yaşlarda eline zil verilip oynatılan çocuk abdal, gün gelecek Türkiyenin efsanelerinden biri, Türkiyenin Neşet Ertaşı olacaktır. Neşet Ertaş, babası ve ustası aynı zamanda Türk halk müziğinin büyük ustalarından Muharrem Ertaş tarafından eline alfabe verilmeden önce saz verilmiş böylelikle hayatın kara düzenini daha çocuk yaşlarda öğrenmiştir. Halk müziğimizdeki büyük ustaların Türk halk müziğine yeni bir tarz getirmiş olmalarını, kara düzen tarzıyla başlayıp halk müziğine kendi tarzlarını getirmelerine bağlıyorum ben. Neşet Ertaş kendine has bir sanatçıdır. Üslubu, kendi şahsına münhasır. Yani çoğunluğun uydurmak zorunda olduğu notalara Ertaş gibi azınlık efsaneler yeni notalar eklemiştir. Yani sizin uyduğunuz düzeni onlar yaratmıştır. Zaten efsane olmanın gereklerinden biri özgün bir üslup sahibi olmaktır. Fakat sadece özgün üsluba sahip olmak efsane olmaya yetmez.

Efsane olmak, milletin özünü anlamış olmak ve o özü kendi derdine (sanatına) katmakla mümkün olabilir. Halkın efsaneleştirdiği kişiler halkın kendi özünü bulduğu kişilerdir. Bakın halkın kendini bulduğu demiyorum. Halkın kendini bulduğu kişileri halk efsaneleştirmez, popülerleştirir. Popüler roman gibi bir şey, dönemlik yani. Oysa efsane dönemlik değildir. Halk ifade edemediği kendi hakiki gerçeğini ifade edeni ve aynı zamanda kendisi gibi olmayanı efsaneleştiriyor. Yani hem halkın çocuğusun ama hem de halk gibi değilsin. Acı çekmişsin ama bir idealin olduğu için. Mağdur edilmişsin ama mağduriyeti kabul etmemiş başkaldırmışsın. Efsane isimlerin hayatına ve sanatına baktığımızda bunları görürüz. Mesela Karacaoğlan efsane bir isimdir. Pir Sultan Abdal da öyle. Yunus Emre büyük bir efsane. Bu isimlerin şiirlerini dolayısıyla kendilerini bütün halk kesimleri bilir sever. Neşet Ertaş tam anlamıyla efsane bir isimdir. Âşık Mahzunî Şerif de öyle. Buna karşılık aynı hocanın (Muharrem Ertaşın) diğer öğrencisi Hacı Taşan efsane değildir. Her ne kadar türkülerini sevsem de mesela Ali Ekber Çiçekin efsane bir isim olmadığı kanaatindeyim. Ünlü bir isim olabilir ama efsane değil. Türk halk müziğinin yaşayan büyük sanatçılarından Selda Bağcan mesela, bir efsanedir. Yine yaşayan büyük sanatçılarımızdan Erkan Oğur efsane olmaya aday bir isim. Çoğaltabiliriz...

Neşetten Gönül Dağını söyleyelim mi; "Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca / Akar can özümden sel gizli gizli..." Ben hasseten Neşet Ertaşın "Köprüden geçti gelin / Saçbağı düştü gelin..." dizeleriyle başlayan türküsünü çok severim.

Değerli şair Haydar Ergülenin dediği gibi, "Neşeti çok seviyorum. Siz de Neşet Ertaşı seviniz" (Düzyazı: 100 Yazı, 2006, Merkez Kitaplar). Her gün seviniz...