Doğru mu, Yanlış mı

Kılıçdaroğlu’nun ve yanındaki MHP’nin adayı E. İhsanoğlu’nu sürekli yazan AKP medyası (ki karşılarındaki cephenin tam da istediğidir bu) sanki doğru aday izlenimi vermeye çalışıyorlar.

“Babası CHP zülmunden kaçan İhsanoğlu…”

Ne demektir şimdi bu

Sen mi sordun hesabını, o mazlumların, o mağdurların, o maznunların

Kılını mı kıpırdattın

Peki, Kılıçdaroğlu kim

CHP zulmunu yaşayan bir Dersim çocuğu değil mi

Orada olarak, hayatiyetlerini

idame ettiriyorlar, olamazlar mı Oldukça da başarılılar.

Metod aynı metod

Çatı adayı açıklandıktan sonra CHP kaynar bir görüntü vermesine rağmen, MHP’nin sessiz ve kabul etmiş şekli, aferinini çekiyor kartel kalemşorlarının.

-Ne güzel, hiç itiraz yok, diyorlar!

Halbuki, bunun o uzun eğitimlerinin sonunda olduğunu biliyorlardı.

Ecevit’li koalisyonlarda, Ecevit’in yanında sükut abidesi görüntüsü vermek günlerinden gelmişlerdi buraya.

Soyadı falcılığı

Çatı adayları hakkında kanuşacağı mevzuu kalmadığından mı öyle konuştu sayın Kılıçdaroğlu, bilmeyiz.

Soyadlarını tartışmaya açmış bazı siyasilerin.

Meclis Başkanı Cemil Çicek’in soyadını beğenmiyormuş mesela. Yoksa Sayın Kılıçdaroğlu bir çicek düşmanı mı

Bir ihtimalde kendi soyadını öne çıkarmak istemesi olabilir. Mademki kılıç var işin içinde. Biraz keskin olmalı, kesmeli değdiği yerleri.

Kendine biçilen SSK müdürlüğünde tatmin edilmiş bir bürokrat görüntüsüne itirazı da söz konusu olabilir burda Sayın Kılıçdaroğlu’nun.

Nüfus müdürü olsaydı, daha çok tatmin olacaktım, hesabı…

-Senin adın ne

-Gürsel

-İhtilalcileri destelediğin ailece tescil edilmiş… İyi, ya soyadın

-Tekin

-oh, oh. Çok tekin birine benziyorsun, çabuk gel.

-Senin soyadın ne

-Baykal

-Sen orda kal..

Yakışmaz mı bu durum Kılıçdaroğlu’na

Bana adayını söyleme çektirdiği fotoğrafları göster

CHP’nin bulduğu, daha doğrusu Demirel bizzat ve şahsen işaret ettiği için ancak gördüğü  E. İhsanoğlu’nu tanıtmaya yahut tanımaya çalışıyor herkes.

Kimi seçeresinden,

Kimi dillerinden,

Kimi eşinden, kimi işinden…

Benim işim kolay dedi. Vapurda önümde oturan adam, arkadaşına.

Ben fotoğraflarına bakarım adamın... Hoca ile aynı karede bulunmayan bir adamın hiç yanında bulunmam. Mesele bu kadar basit.

Saygı eksikliği sendromu

Başbakan Erdoğan partileri ziyaret ediyor. Saadet partisi ziyaretini öyle yazmışlarki yandaş basını, candaş basın katına çıkmışlar.

SP Genel Başkanının davet edildiği tv kanallarında konuşmasını hazmedemediğini, başbakan veryansın etti, diye duyuruyorlar.

Devlet ve bazı özel tv kanallarında muhalif partilerin konuşmalarını yasaklamak ve başka tv kanallarında da konuşurlarsa kınamak gibi bir görevi mi var başbakanın

Kendisine, şunu yap, bunu yapma diyen kartelcilerden farkı ne

Başbakana yalakalık, başkalarına saygısızlık olmamalı.

 

Toparlanırken dökülenler

“Toparlama vakti” diyor, Ortadoğu uzmanı yazarımız Mustafa Özcan. Gazetemizin 27 Haziran tarihli nüshasında. Mutlaka okumuş olmalısınız.

O yazıda adı geçen ünlü bir şahıs, yani İlahiyatçı- yazar sıfatına dahil edilip, ihtiyaç hasıl olduğunda kartel TV ve gazetelerine akıl verici demeçleri konulan bir şahıs, bakın beni nerelere aldı götürdü.

Seksenlerin hemen başı. Mecidiyeköy’de, şimdilerde Haliç üniversitesi binası olan ve altmışlarda Vehbi Koç’un ikamet ettiği lalezar hanının en üst katındaki bir şirkette çalışıyorum.

Cuma günleri şirketin diğer personelinden farklı olarak ben Nimet Abla camiine gidiyorum. İlahiyat Fakültesi profesörlerimizden Emin Işık (O zamanlar sıfatı Doçent idi ama biz yine Prof. olarak bilirdik) Hoca’nın vaazını dinliyorum. Onu dinleme zevkini, TV ekranlarındaki sohbetlerinden herkes bilir şimdilerde.

Bir Cuma zorladılar mesai arkadaşlarım. Kasımpaşa’da bir camide hutbe okuyan o ilahiyatçı- yazarı dinlemeye götürdüler, şirket arabalarına doluşturarak. Üniversite yıllarımda Süleymaniye minberlerinden aşina olduğum,  ben geleceğim, yol açın havasının üstümdeki olumsuzluğu ve reklamlı hocalara haydi bir iki, işportacılığına karşılığımın haklılığını dönüş yolunda anlatmam, birkaç gün de işyerinde sürmüştü.

Baskıya verilen bir cinsellik kitabında nelerin yazıldığını kaç Cuma daha dinledi insanlar, bilmiyorum. Ben yine Emin Işık Hoca’ya dönmüştüm. ( onun anlattıklarından aklımda kalan bir anekdotu, geçtiğimiz günlerde rahmetli olan bir Hataylıyı yazarken anlatmak istiyorum; ama gelecek hafta)

Sonra o ilahiyatçı- yazarı çok gördük 28 Şubat’ın kartel TV’lerinde. Oturttukları bir koltukta, tahtta oturan adam havasını, haşmetini/ görkemini(!)nasıl becermişlerse, becermişler ve ekranlarımıza düşürmüşlerdi. Şişli Belediye Başkanlığı’na oturutulan Fatma Girik’in bacak bacak üstüne atmış pozuna eşdeğer bir görüntü….  

“Ben Hoca’ya söyledim” diyordu, sözü mutlaka dinlenilmesi gereken ya da Hoca tarafına ne söylenilmesi gerekiyorsa, ancak onun söyleyebileceğine ve ancak onun hakkı olduğuna şiddetle inanmış bir ses tonuyla… “Ben Hoca’ya söyledim! O daveti yapmayın dedim”

O davet, bir ülkenin müftülerine, hocalarına, imamlarına, önderlerine ikram edilen bir tas çorba meselesi.

Kim, nerede, ne zaman çağrılacak ve bir tas çorba ikram edilecek Bu ülkede bunu en iyi, tanklara istikamet çizen kartelin kalemşörleri bilir; bir de bahsettiğimiz bu ünlü ilahiyatçı- yazar gibileri bilir.

Hoca dediği, bu ülkenin  başbakanı… Ona yol gösteren ve kime çorba ikram edebileceğini bildirme hakkı olanlardan (!) bu ünlü ilahiyatçı – yazarı bir gün Fatih’te Fevzi Paşa Caddesinin en ortasından yürürken fark etmeyeyim mi

Yaşar Tunagür merhumun cenaze namazına katılmış ve bir zamanlar bize yurt binası olan medrese odalarının caddeye açılan kapılarından indiğimizde görmüştüm. Trafiğe kapalı caddenin tam ortasından Şehzadebaşı istikametine yürüyordu. Sürekli sağına soluna bakmasına rağmen yanında kimse yoktu. Tam önümüzden geçerken, yanımdaki arkadaşlarıma, o da duysun diyerek söyledim.

“İşte böyledir. Hataları ve yanlışlarıyla Müslümanları incitenler, çuvalla para kazandıran ( Kendi tabiri olarak duymuştum) kitap yazarı filan olsalar da işte böyle yalnız yürürler  caddelerde.”

Mustafa Özcan’ın tezine bir destek olarak almasanız daha doğru olur bu yazıyı. Çünkü  o yazı destek aratmayacak sağlamlıktadır.

Aslında gazetemizin yazarlarından ve bir zamanlar çalışanlarından, bilinmeyen coğrafyaların üstadı/ uzmanı İbrahim Balcı’nın her hafta ısrarla tekrarladığı hatıralarını yazsana arzusuna/ isteğine bir giriş yapmaktı başlangıç noktam. Bugün buralara geldik. Devletin, en sağlam bağlılarına bir tas çorba vermesini, kartel kalemşörlerinin iradelerine takılmak, onlara şirin görünmek (ekranlarında görünmek) yahut bizim anlamakta güçlük çekeceğimiz birkaç kuruş yan gelir uğruna, olumsuz karşılayanları unutmak kolay değil…

 

SPOR OLSUN

Sahalarda olmayanı zabıtlara yazmışlar

Brezilya’da Dünya Kupası maçları yapyor, diğer ülkelerin milli takımları... Biz yokuz!

Dünya üçüncüsü olmuştuk, pompasının gücü yetmiyor, kırgınlığımızı telafi etmeye ve hatta bir sonraki sefere dedirtmeye. Sonraki seferler bitmeyecek gibi...

Biz yokuz. (Bugün) Yarın olacağımızın garantisi ne Bol sıfırlı anlaşmalara imza attırdığımız çalıştırıcının medyada çok kalemi olması mı

Bizi orada oldurmayan Milli Takım’ın o oyuncularından başka oluşturulacak beşinci Milli Takım’ın dahi bugün Brezilya stadyumlarında maçlara çıkabileceğini, bugün neden tartışamıyoruz.

Biz, Brezilya’da yokuz ve bu olmamanın hesabı görülmelidir. Birileri bu muhasebeyi yüksek ücretler ödemek olarak algılasa da...

Bu hesaplaşmaya ortam hazırlayacak spor medyası nerede Alın bir bakın, attıkları başlıklara...

“İspanya’dan sonra İtalya’da gitti. Taraftarları neredeyse üzüntüden ölecekler!”

Siz ey Türk Milleti!

Milli Takımı Brezilya’da olmayan Türk Milleti!

Gördünüz mü neden kurtulduğunuzu Haydi sevinin biraz. Yoksa bir İspanyol, bir İtalyan mı olmak isterdiniz şimdi. Bizi, Milli Takımın çalışanları ve oynayanları korumuşlar. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır.

İnsan bu ülkede spor medyasını okuyarak kendisinin ne olduğunu ve onlar tarafından ne olarak görüldüğünü, hemen hemen tek sayılık nüshadan dahi anlayabilir. Gerçi onlarında bir yerlerden iyi eğitim ve ücret aldıklarını da kabul etmeliyiz, karşılık olarak.

Brezilya orada dursun, dikkatlerimiz İstanbul takımlarında. Çünkü hep üzül, üzül olmaz!

“Tuchel geleceğin Maurinho’su olacak!

Kimin iddiası bu

Bu ülkede spor gazetesi olmak görevindeki bir gazetenin.

Tuchel kim

Bir İstanbul takımını çalıştırması için anlaşma yapılacak futbol adamı.

Mourinho kim O İstanbul takımını çalıştırması istenmediği için gönderilen futbol adamı.

Bugünün canlı Maurinho’sunu gönder, birinin gelecekte Maurinho olmasını bekle. Ne mantıktır bu.

Ya olmazsa Yağmuru var, dolusu var, karı var, tipisi var.

O İstanbul takımının taraftarları bu kadar mı tavlanma meraklısı. Hele gelecek bir gelsin... Acele yok.

Sonra başka bir yerlerde okuyoruz, talip olunan Tuchel’in bizim İstanbul takımını tercih etmediğini...

Haklı adam!

Ben takımlarını çalıştırmak için gelecektim ama onlar bir başkası da olmamı istiyorlar. İki iş, tek para. Hem sonra nasıl kanıtlayacağım o gelecek gün geldiğinde, onların istediği gibi olduğumu En iyisi ben, ben olarak kalayım; gelecekte de kendim olayım.

Ve derken geldik mi 3 Temmuz’a ya da “Şike” okumalarına, yazmalarına, iddialarına...

Aklıma gelen bu soruya, içinde şike kelimeleri (Çokluğu haklı mı kılıyor) geçen demeçlerle, bildirilerle adını her gün andıran futbol takımları, destekçileri, kalemşörleri ve vesaireleri, vesaireleri...

Neden önce siz farketmediniz

Davaya konu olan yılların o maçlarını seyreden ve sonra kayıtlardan defalarca seyreden yöneticiler, futbol adamları, yazarlar ve vesaireler...

Neden önce siz birini farketmediniz Dillindirmediniz, yazmadınız!

“Biz yakalıyoruz (Hırsızları kastediyorlar) savcılar bırakıyor, hakimler bırakıyor, iddiasını tv ekranlarında hep seslendiren emniyetten iki polisin fezlekesi, neden şimdi sizin inandığınız en kutsal şey oluyor

Yani o fezlekeciler, (...) aklına taş düşürmüş mü oldular

Burada cevap isteme hakkımı kullanmak istiyorum!

ZAMANE POLİTİKACISI

Yalan dolanla oy alıyor,

Yalan dolanla oyalıyor…

SAYIN BÜYÜK BAŞKAN

Demokrasiyi un ufak etmişsin,

Çatırdılar geliyor değirmenden!..

Yerlere yıkmışsın istişareyi,

Biliriz daima çam devirmenden!..

Rakiplerini yalamış yutmuşsun,

Anlıyoruz gazından geğirmenden!..

Ekrem Şama