Aile (ev), okul ve toplum temel eğitim kurumlarıdır. Bunlar arasında aile, ilk etken ve hepsinden daha güçlü olan eğitim kurumudur. Çünkü aile, çocuğu doğduğu andan itibaren teslim alır ve ona her şeyin ilk nüvesini o aşılar. Anne-baba ise çocuk üzerinde etkisi en fazla olan kişilerdir. (Muhammed Kutub, Menhecü't-Terbiyeti'l-İsIâmiyye. III/93)
Aile çocuğu yaratılış fıtratı üzere teslim alır. Sonra da ya bu fıtratı destekleyip güçlendirir ya da bozulmasına sebebiyet verir. Bunun için Müslümanlar aile yuvası kurarken eş seçimine ve evliliklere çok dikkat etmeleri gerekir. Evliliğin sadece bir aşk oyunu olmadığı gerçeği işin ta başından görülmeli ve evliliğin aynı zamanda yarın doğacak çocuğa anne ya da baba seçimi olduğu asla göz ardı edilmemelidir. Buradan baktığımızda aslında çocuk eğitimi evlilik öncesinden başlamaktadır.
İslâm toplumunda, aileden sonra gelen ikinci derecedeki eğitim kurumu hangisidir? Bu kurum okul mudur, yoksa cami midir?
Bu soruya verilecek cevap, mekânına göre değişiklik gösterir. Bazı ülkelerde İslâmî uyanış üniversitelerde doğmuş, bazılarında ise camilerden başlamıştır. Ancak her iki kurum birlikte bugün, sömürgeci düşünce sahiplerince kuşatılmış durumdadır. İslam coğrafyasındaki okullar çoğunluk olarak laik bir kurum haline getirilmiştir. Buralarda İslam ya gizlenmekte veya açıktan açığa savaşılmaktadır. Laik sistemlerin veya sözde İslam devletlerinin eğitim sistemleri ve eğitim kurumları Müslüman nesilleri yok etmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Mescit ve camilere gelince, onlar da maalesef sadece beş vakit namazların kılındığı yerler haline dönüştürülmüştür. Camilerin kapıları, namaz vakitleri dışında kilitlenmekte, camilerin çoğu yeterli ve ehil imamlardan mahrum bırakılmaktadır. Bazı imamlar o derece zaaf içindedirler ki: “Ben emekli olunca Allah rızası için çalışacağım” diye açık açık itirafta bulunmaktadırlar. Bu tür düşüncede olanlar yaptıkları işi bir lokma ekmeğin peşinde koşma olarak görmekte ve namaz imamlığına da geçimini sağladığı bir meslek dalı olarak bakmaktadırlar.
Hâlbuki hakiki İslam toplumlarında cami, gerek gençlerin ve gerekse topyekûn olarak bütün halkın eğitimi açısından diğer İslâmî kurumlardan önce gelir ve Müslüman aileden sonra ikinci sırada yer alır. Çünkü çocuk, okuldan önce camiyi tanır.
Çocuk evde dünyaya gelir, ilk yıllarını orada geçirir, hayatı boyunca kendisinden ayrılmayacak olan kişisel özelliklerini orada kazanır. Daha sonra, yavaş yavaş evden bağımsız hale gelmeye başlar. Ailesine olan bağımlılığı azalır ve kendi kendine güvenip dayanmaya başlar. Bunlar, çocukta görülen erişkinliğin ilk işaretleridir. Çocuğu evden sonra mutlaka bir eğitim kurumunun teslim alması gerekir. Bu kurum çocuk için uygun bir ortam sağlamalıdır. Bu ortamda çocuk, fıtratını sağlıklı ve kapsamlı bir şekilde geliştirebilmeli; ruhî, aklî ve fizikî gelişimini sağlayabilmeli, günden güne artan ihtiyaçlarını giderebilmelidir. Bu ihtiyaçların başında ruhî ve sosyal ihtiyaçlar gelmektedir. İşte burada, bu mühim görevleri yerine getirme hususunda caminin önemli rolü ortaya çıkmakladır.
Caminin çocuklarda dini duygu ve düşüncenin gelişmesine bu denli etkisi nedeniyledir ki baba, dört beş yaşlarında mutlaka çocuğunu yanına alıp camiye beraberinde götürmesi gerekir. Aynı şekilde çocuk, beş yaşından itibaren hafızlık için camilere devam edebilir. Altı yaşına gelince de ilkokula başlar ve cami ile olan ilişkisini devam ettirir. (Geniş bilgi için bkz. Şentut, Müslüman Ailede Çocuk Eğitimi, İklim Yayınları)
Bugün sadece namaz vakitlerinde açık tutulan ve onun dışında kapıları kapatılan cami ve mescitler geçmişte ibadet yeri olmasının yanında birer ilim merkezleriydi. Hatta bu gelenek Osmanlı sonrası bazı camilerde yakın tarihlere kadar da devam etmiştir. Nitekim Fatih Camii şerifinde altmış yılı aşkın bir süredir Buhari-i Şerif’ce Şifa-i Şerif okutan muhterem Emin Saraç 1943 yılında İstanbul’a geldiğinde Fatih Camii’nin o tarihte şahit olduğu durumunu şöyle anlatmaktadır: "Ben geldiğim zaman Fatih Camii’nin bir köşesinde Buhari-i Şerif okunurdu. Öbür tarafta muhaddis İbrahim Efendi Müslim-i Şerif okutur. İki hadis kitabının aynı anda okutulduğuna şahidim. Kadî Beyzavi Tefsiri okunur. İhyayı Ulum okunur. Hidaye, Risale-i Kuşeyri okunur. Hep bunların cemaati var. Bunlar okunuyor, o cemaat de yükseliyor. Şimdi neyimiz kaldı?"