Kıbrıs Harekâtı için karar alınmış, Ordu müdahaleye hazırlanmıştı. Fakat hükümet bir türlü emir vermiyordu. Zaten gergin olan halk neredeyse sinir krizleri geçiriyor ama hükümetin başbakanı hâlâ diplomatik faaliyetler peşinde koşturuyordu. Harekât tarihi belirlenmişken bu esnada Yunanistan'da darbe oldu, darbe sonucu Makarios uzaklaştırıldı. Bu gelişme üzerine harekât bir hafta ertelendi.
Böyle bir kritik dönemde Ecevit İngiltere'ye gitti ve orada üç gün kaldı. İngiliz Başbakanı, Ecevit'e “Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?..” diye sorunca, Ecevit, “Ortağımız, ordu ve halk tek başımıza müdahale etmemiz için beni sıkıştırıyor” cevabını verdi.
İngiliz Başbakanı, “Ada'ya çıkarma yapabilecek gücünüz var mı?..” diye sordu.
İngiltere'de üç gün kalan ve zaman kaybından başka bir şey yapamadan dönen Ecevit yine müdahale emrini vermiyordu. Bu sefer Amerikalı Çişko'yu bekliyordu. Millet tedirgindi, aradan o kadar zaman geçtiği halde bir türlü harekât gerçekleşmiyordu. Nihayet ortağının ve ordunun baskılarına dayanamayan Ecevit bir gün harekâtın başladığını bildirdi. Fantomlar Kıbrıs semalarına uçtu ve Mehmedçikler paraşütlerle çıkartma yaptı.
Ama Ecevit, Ada'nın bozulan düzenini eski haline getirmek için Ada'da dövüştüğümüzü söylüyordu. Bu oldukça garip ve yadırganan bir söz oldu. Demokratik güçler ilk başta müdahaleyi desteklemiş ama Yunan cuntası devrilip yerine Karamanlis getirilince Türkiye'ye karşı Yunanistan'ın yanında yer almaya başlamışlardı. Kıbrıs'a kan dökerek çıkarma yapan Türk diplomasisi alt olmaya doğru gidiyordu.
Bu arada Ecevit garip beyanatlar vermekteydi. “Yunanistan'a demokrasiyi getirdik biz,” diyordu, bu durumun Türkiye aleyhine hava estirdiğinin farkına varmadan. Türk gazeteleri de durumun farkında değildi pek. “Bir vurduk iki cunta devirdik” şeklinde başlık atıyorlardı.
Yunanistan'daki cuntanın devrilip, bir demokratın başına gelmesi, aynı zamanda süper güçlerin Yunan tarafına geçmesi ve bize Kıbrıs davasını kaybettirmesi demekti. Bu bizim devlet adamlarını sevindirmemeli bilâkis endişelendirmeliydi.
Nitekim Amerika ve Rusya, Türk Ordusu'nun Kıbrıs Adası'ndan çekilmesini istemeye başladı. Yunanistan'daki cuntanın devrilmesi, kendi çıkarlarına uygun bir sistemin sürmesine yaramıştı Türkiye'nin Kıbrıs'a harekâtı. Onlar için önemli olan buydu ve Kıbrıs önemli değildi, artık Türkiye çekilmeliydi. Nasıl olsa Türk Ordusu'nun azimli gücüyle aldığı yerler, Ecevit'in masa başında atacağı imzalarla geri alınabilirdi.
Zamansız ateşkes
Türk ordusu elindeki imkânlarla Kıbrıs'a üç gün içinde yerleşecek kadar büyük bir kuvvet yığmıştı. Ama askerlerin arazi bakımından ve cephe yönünden emniyeti henüz sağlanamamıştı. Çünkü Ada'ya çıkardığımız asker sayısına göre, çok dar bir arazi üzerine sıkışıp kalmıştık. Türk birlikleri bu durumda iken Ecevit masa başında ateşkesi ilân ediverdi.
Ateşkesten bir gün önce, Genelkurmay Ecevit'i uyarmıştı oysa. Ateşkes halinde, ordumuz hâlâ orada olacağı için bir hava ya da kuvvetli bir kara taarruzunda olduğu gibi imhâ edilebilirdi.
Ecevit, Genelkurmay'ın ikazını kabul eder göründü. Sonra koalisyon ortağı Erbakan'ı bularak, Genelkurmay'ın ateşkesin kabul edilmesine bir itirazının olmadığını söyledi. Ordunun Kıbrıs'taki durumunu bilen Erbakan, Ecevit'in o sözlerine rağmen, Genelkurmay'ın bu tutumunu kendisine de teyit etmesini istiyordu. Onun, “Genelkurmay'la ben de görüşeyim,” sözü üzerine Ecevit telâşla buna lüzum olmadığını söyledi.
Onun bu telâşından daha da şüphelenen Erbakan, Genelkurmay'a gitti, Ecevit de peşine takıldı. Erbakan, “Birliğimizin durumu ateşkese müsaitmiş, öyle mi?” diye sorduğunda, Genelkurmay'dan bir yetkili, ateşkese müsait olmadığını açıkladı.
Durum böyle olduğu halde Ecevit ertesi günü ateşkese uyulduğunu ilân etti. Bu haberi duyan Abdülkerim Doğru derhal Erbakan'a telefon açtı.
“Hükümet biz olmadan şartların değiştiğini kabul ederek ateşkes kararı mı aldı?”
Erbakan, haberi olmadığını söyledi. Bunun üzerine Abdülkerim Doğru, Ecevit'i aradı ve ağzına geleni söyledi. Askerî uzmanlar bile, birliklerinin mucize kabilinden imha edilmediğini söylüyorlardı. Ecevit hem hükümet ortağını, hem de Genelkurmay'ı yanıltmıştı.
Semih Sancar’a gerici yaftası
Başbakan ve Başbakan Yardımcısı, Genelkurmay'a geldiğinde, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, Ecevit'in sadece elini sıkarken, Erbakan'ın hem elini sıktı, hem de ona sımsıkı sarıldı. Bu manzarayı televizyon yayınlamış ve dikkatli gözler bunu fark etmişti. Bir Amerikan dergisi daha sonra Erbakan'a sarıldı diye Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ı Atatürk düşmanı ilân etti.
Kıbrıs olayında Ecevit'in durumu böyle olduğu halde, bu konuda büyük hatalar yapıp, tavizler veren, ortağını ve Genelkurmay'ı aldatan Ecevit, basın tarafından Kıbrıs fatihi ilân ediyordu. Medya Ecevit'i kahraman gösterdiğinden, Erbakan'ı geçimsiz ilân etmekte beis görmedi.
Ecevit Kıbrıs Fatihi!
Artık Kıbrıs fatihi, Karaoğlan olduğuna kendisi de inanan Ecevit, tek başına hükümet kurmayı hedefliyordu. Ne de olsa basın onun hatalarını, tavizlerini değil, bambaşka bir Ecevit lanse ediyordu kamuoyuna. TRT büyük bir CHP propagandasına girişmişti hemen. Basınla birlikte Ecevit cilâlanıp pazarlanıyordu.
Ecevit kahramandı, Kıbrıs fatihiydi, Atatürk ve İnönü'den sonra üçüncü adamdı, ikinci Atatürk'tü, garip babasıydı. Başbakan Ecevit'e Mehmedçik şapkası giydiriliyordu. Ecevit eşsiz zekâya sahipti, kurmaylık vasıfları vardı, cesaretliydi, Amerika'ya kafa tutmuştu, Kissinger'i susturmuştu. Ayağına postalı çekip, silâhını omuzlayıp, Kıbrıs'a takımlarla çıkıp tek başına vuruşan, öldüren, düşman birliklerini darmadağın eden Ecevit'ti. Gazeteler boy boy posterini veriyordu. Ecevit Mehmetçik kılığında, Ecevit paraşütle atlarken posterleri otomobillere, dükkânlara, kahvelere asılıyordu.
Yazarlar Ecevit'i göklere çıkaran kitaplar yazıyor ve kitapları Ecevit'e ithaf ediyorlardı. Kitapların kapaklarında bile Ecevit'in o tür posterleri basılıyordu. Ecevit artık kendisi de inanıyordu zaferi kendisinin kazandığına. Türkiye'de tam anlamıyla bir Ecevit havası esiyordu.
Yine Şenay’ın Sev Kardeşim şarkısı çalınıyor, güvercinler uçuruluyordu. Dağlara, taşlara, duvarlara Kıbrıs Kahramanı Ecevit yazılıyordu.
CHP'nin en büyük amacı tek başına hükümet olmaktı. Çünkü MSP bazı yapmak istediklerine engel oluyordu. Basın bir yanda CHP'yi cilâlarken, bir yandan MSP'yi yerden yere vuruyordu. Basına göre Erbakan geçimsizdi, çağdışıydı, ortaçağ kafalıydı, yobazdı.
Sağ kesim de doğrusu, sol kesimden aşağı değildi bu konuda. Kimi dinî gruplar köy köy MSP'yi yeren, AP'yi öven propagandalar yapıyor, inançlı kimi gazeteler Erbakan'ı olmadık iddialarla eleştiriyordu.
Ama memlekette esen CHP havasıydı. Bütün cadde ve duvarlara, köy yollarındaki çeşmelere, camilerin duvarlarına ve tuvaletlere varıncaya kadar, “Umudumuz Ecevit”, “CHP seçim istiyor”, “Tek başına iktidar yolu açıktır” sloganları yazılıyordu.
Basın, CHP ve Ecevit artık emindi, Kıbrıs rüzgârıyla bu sefer tek başına iktidar olacaktı.
CHP-MSP koalisyonu bozuluyor
Ve iyice havaya giren Ecevit, partisinin yetkili kurullarına bile danışmadan, Erbakan'la geçinmenin imkânsızlığından yakınarak, dünya kamuoyuna açıklama yaptı. Erbakan kadrolara hep MSP'lileri dolduruyordu Ecevit'e göre. Bu bahanelerle artık seçim istiyordu. Memlekette durup dururken yine bir hükümet buhranı başlayacaktı. Erbakan ise seçimden yana değildi. Başlattığı Ağır Sanayi Hamlesi'nin devam etmesini istiyordu.
On ay süreyle görev yapan koalisyon hükûmeti, 18 Eylül 1974'te Bülent Ecevit'in başbakanlıktan istifasıyla sona erdi. Ecevit erken seçim istiyor, Kıbrıs Harekâtı rüzgârıyla tek başına bir çoğunluk hükûmeti kurabileceğine inanıyordu. Ancak Meclis çoğunluğu erken seçim fikrini desteklemeyince bu planı gerçekleşemedi. Üstelik hiçbir parti onunla koalisyona yanaşmadı. Tekrar MSP’ye dönmeye de yüzü kalmamıştı.
Hiçbir parti diğer partilerle koalisyon kurmaya gönüllü olmayınca, Cumhurbaşkanı Korutürk, Kontenjan Senatörü Sadi Irmak'tan bir teknokrat hükûmeti kurmasını istedi. Hükûmet güvenoyu alamadı, ancak bir sonraki hükûmet kurulana kadar görevine devam etti. Böylece, güvenoyu almadan, 39. hükûmete kadar dört aydan fazla bir süre iktidarda kalmaya devam etti.
Sadi Irmak hükümeti dağılınca, Cumhurbaşkanından hükümet kurma görevini alan Adalet Partisi genel başkanı Süleyman Demirel, koalisyon görüşmelerine başladı. Basın CHP ile hükümet kurması yönünde telkinde bulunsa da, daha önce de söylediği gibi, “Ecevit ile savaşta bile bir araya gelemeyiz” dedi ve MSP, MHP ve CGP ile görüşmelere başladı.
Yeni Asya Demirel’in Erbakan ile hükümet kurmasına karşı
Bu görüşmeler sağ kesimde, Süleymancı, Işıkçı, Mücadeleci, Ülkücü gruplar ve tarikatlar tarafından memnuniyetle karşılandı. Nurcuların bir kısmı da memnundu. Fakat Erbakan’a alerji duyan Yeni Asyacı Nurcular, Demirel’in Erbakan ile hükümet kurmasını istemiyordu. Daha yeni Nurettin Doğan müstearla Eco ile Neco kitabını yayınlamışlardı. Bu kitapta Ecevit ve Erbakan eleştiriliyor, alay ediliyordu. Yeni Asyacıların nefret ettiği Erbakan ile, destek verdikleri Demirel’in hükümet kurması, cemaat içinde sıkıntılar oluşturacaktı. Mehmet Kutlular, bu düşüncelerini iletmek üzere Demirel’in yanına gitti. Temsil ettiği Yeni Asya cemaatinin Erbakan ile hükümet kurulmasını doğru bulmadığını söyledi.
“Biz bu hükümeti kurmaya mecburuz” dedi Süleyman Demirel. “Halk Partisi tahripkârdır. Hükümeti onlara bırakırsak devleti tahrip ederler. Tamiri de sonra yine bize düşer.”
“Gerekirse tamir edersiniz.”
“Ederiz de o tamirat milletin yıllarına mal olur.”
Demirel karar vermişse söylenecek söz yoktu. Yeni Asyacılar durumu kabullendiler.
Yeni Asyacı nurcular Demirel, Erbakan, Feyzioğlu ve Türkeş tarafından kurulan hükümetin güven oylaması aldıktan sonra, tebrik için yine Demirel’in yanına gittiler. Nurcu heyetten birisi, Demirel’e dönerek:
“Beyefendi, Erbakan Gazali’nin okullarda ders kitabı olarak okutulacağını söylüyor. Siz de Risale-i Nurların okullarda okutulmasına yardımcı olsanız” dedi.
Onun bu safiyane sözleri Kutlular dâhil herkesi şaşırttı. Hiç beklemedikleri davranış sahibi arkadaşlarına kızgın bakışlar attılar. Ama Demirel gülümsedi.
“Şimdilik siz okuyun ve anlayın yeter. Okullarda okutulmuş sayılır.” (İslam Yaşar, Serencam, s. 373, Yeni Asya Neşriyat, 2019)
Nurcu heyet Demirel’in bu sözünü çok anlamlı bularak memnun duygular içinde ayrıldılar. Demirel hem anlamlı konuşmuş, hem de “şimdilik” diyerek ileride şartlar uygun olduğunda bu yönde adım atacağına dair bir işaret vermişti.
1. MC Hükümeti
31 Mart 1975'te AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in başkanlığında Adalet Partisi (AP), Millî Selamet Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi'nden (CGP) oluşan koalisyon hükûmeti kuruldu. Sola karşı hemen hemen bütün sağ partilerin birliğini oluşturan Demirel hükûmeti, "I. Milliyetçi Cephe Hükûmeti" olarak anıldı. Dört yıl aradan sonra başbakanlık koltuğuna tekrar oturan Demirel’in işi kolay değildi. Bu hükûmetin kurulmasıyla ülkede yeniden yoğun terör olayları ve toplumsal hareketler başladı. CHP’yi destekleyen basın ve sol kesim ilk günden eleştirilere başlamıştı.
1975 yılında kardeşi Hacı Ali Demirel'in oğlu Yahya Kemal Demirel’in adı hayali mobilya ihracatı yaptığı iddiasıyla gündeme geldi. Yurt dışına mobilya yerine sunta gönderdiği, devletten haksız vergi iadesi aldığı iddia edildi. Bu iddia gazeteci Uğur Mumcu tarafından haberleştirildi ve Altan Öymen'le birlikte hazırladıkları "Mobilya Dosyası" adlı kitapta belgeleriyle yayımlandı. Yahya Demirel kısa bir süre de cezaevinde yattı.
Gelecek yazı:
Milli Görüş Tarihi-15 77 seçimlerine doğru “İşte MSP” broşürü