Büyük umutlarla iktidar olan Ecevit, umutları korkuya dönüştürmüş, anarşi ve ekonomik kriz yüzünden oldukça kötü bir yönetim sergiliyordu. Kimilerine göre Ecevit şanssızdı, bazılarına göre uğursuzdu. Halk can güvenliği endişesi taşıyordu.

Olayların arkası kesilmiyor ve anarşi büyük isimlere yöneliyordu. MHP kökenli yazar İlhan Egemen Darendelioğlu, Milliyet gazetesi genel yayın müdürü Abdi İpekçi ardı ardına öldürüldüler. Her ikisinde de, özellikle Abdi İpekçi cinayetinde yer yerinden oynadı. Bu isimleri Prof. Ümit Doğanay, Cavit Orhan Tütengil ve Emniyet Genel Müdürü Zeki Şahin’in öldürülmeleri takip etti.

Bu hengamede 1979 Ekim ayında senato ara seçimleri yapıldı. Bu seçimde AP ve MSP oylarını artırırken, CHP ve MHP oy kaybına uğradı. Hiç başarılı olamayan Ecevit çareyi istifa etmekte buldu ve istifa mektubunu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e sundu. Şimdi CHP'den istifa edip AP'ye geçmek moda olmuştu. Daha önce AP'den istifa edip CHP'ye geçen kimi milletvekilleri, şimdi tekrar AP'ye dönmüştü. MC yine kurulacaktı, durum bunu gösteriyordu.

Ama MSP, artık yeni Demirel hükümetine ortak olmak istemiyordu. Sadece AP'nin son kez denenmesi için, kuracağı herhangi bir hükümeti kerhen destekleyeceğini açıklıyordu. Böylece AP'nin ne yapacağını, daha doğrusu hiçbir şey yapamayacağını kamuoyu izleyerek karar verecekti. AP, “MSP için bizi köstekledi, şunları yapmamıza engel oldu” gibi bir takım suçlamalar getiremeyecekti. 

Kerhen destek

AP ile MHP hükümeti kurmuş, MSP de hükümeti kerhen desteklemişti. Kerhen desteklemek Türkiye'de yeni bir deyimdi. AP ve yandaşı çevreler, basın organları bu “kerhen” deyiminden hoşlanmıyorlardı. Demirel Başbakan olur olmaz, “felç devraldık” demeye başlamıştı. Ecevit de başa geçince “enkaz” devralmıştı.

“Her şey Kasım'dan daha iyi” diyen Demirel hemen zamlara başladı. CHP'nin 22 ayda yaptıklarını Adalet Partisi de sürdürüyordu. Böyle olunca Erbakan, yanlış yaptığı zaman ortağını muhalefet gibi eleştiriyor, bu da Demirel'in hoşuna gitmediği için, o da Ecevit gibi, Erbakan'la geçinmenin zor olduğunu söylüyordu. MSP, yanlış icraatlarından dolayı Maliye Bakanı İsmet Sezgin’le, Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen’in üzerine gitmeye başlamıştı. 

O günlerde Erbakan Dış Politika üzerine mecliste yaptığı konuşmayla geniş kesimin dikkatlerini çekti. TRT naklen yayınladığı için, Türkiye’de çok insan ilk kez Erbakan’ı bu kadar uzun dinleyebilmişti. O güne kadar basın gibi, TRT’de Erbakan’ı görmezliğe gelen tutum içindeydi. Mecburen bir-iki cümlesini haberlerde kullanıyordu o kadar.

Ama o konuşma, Erbakan’ın geniş kesimce dinlenmesini ve gerçek yönüyle tanınmasını sağladı bir bakıma. Bir dönüm noktası sayılabilecek bu konuşmanın önemli başlıkları şöyleydi. 

Erbakan’ın konuşması

“Aziz milletimiz bundan kısa bir süre önce büyük bir kalkınma hamlesine başlamıştı. Ülkemizde bir yandan ağır sanayi hamleleri başlayıp Türkiye'nin kendi gücüyle kalkınmasına ait büyük tarihi hamle başlayınca, hepinizin şahit olduğu gibi dış güçler buna seyirci kalmadılar. Yetkili insanlarını Ankara'ya gönderdiler. Malûm iki partimizin başkanlarıyla bu iki yetkili insanlar konuştu; sabah kahvaltısını biriyle, öğlen yemeğini öbürüyle yaptı, akşam üzeri ikisi beraber erken seçim ilân ettiler.

Çok önemli bir hususa dikkatlerinize sunmak istiyorum. Muhterem arkadaşlarım, bu milletin dış politikasında körü körüne batıya bağlılık mı hâkim olacak, yoksa millî bir dış politika mı takip edilecek; işte bugünkü konuşmanın asıl büyük ehemmiyeti buradan ileri geliyor.  Bundan dolayıdır ki, dış politika ile iç politika birbirinden ayrılmaz. Bir insanın dışı ne ise içi de odur.

Şu üç şey arasındaki bağlantıya dikkatinizi çekerim; Herhangi bir zihniyet ki -kimse alınmasın- herhangi bir zihniyet ki, körü körüne batıya bağlıdır; bu zihniyetin otomatik ikinci hususiyeti mutlaka Türkiye'de sömürüden yanadır. Niçin; çünkü dış güçlerin maksadı, kendi menfaatlerini gözetmek, sömürüyü yürütmektir. 

Bir üçüncü hususiyet de şudur: Dış politikada körü körüne batıya bağlı olan zihniyet nasıl bu ülkede sömürüyü yürütmeye mecbur kalıyorsa, bugün bu milletin artık uyanması, karşısında bu sömürüyü ve bu yanlış zihniyeti yürütmek tahakküme sapmaya da mecburdur.  Bu sebepten dolayı, bu 3 madde birbirinden ayrılmaz, bu bir zincirdir. Dış politikada batıya körü körüne bağlılık, müsavi sömürü, müsavi tahakkümdür.

Bundan dolayı şimdi Türkiye de bir büyük oluşma içindeyiz. 50 milyon memleket evlâdı olarak tarihi günler yaşıyoruz. 

Yol ayrımı

Şimdi, geçtiğimiz devrede sık sık tesiri görülen böyle bir zihniyet yoluna mı Türkiye devam edecek, yoksa tam tersine milli bir politikayı bayrak edecek, sömürü değil kendi gücüyle kalkınmaya dönecek, tahakküm değil insan hakları ve fikir hürriyetine mi dönecek? İşte Türkiye'nin bugün yaptığı temel mücadele budur, parlamentonun yaptığı temel mücadele budur.

Bakınız bu sefer yeni hükümet bu zincire tersten başladı. Önce tahakkümü ele alayım bu tahakkümü ele alırsam sömürüyü kolay yaparım, batıya bağlı zihniyeti kolay yürütürüm diye bu zincire tersten başladı. Bir ay bu meclislerde insan haklarını kaldırıp tahakkümü yürütmek için elinden gelen gayreti gösterdi; fakat şu tarihi oluşuma bakınız ki, bu yüce meclis kendi şahsiyetini orta yere koyup şu üç hafta esnasında daha önce Halk Partisi tarafından getirilen sonra da Adalet Partisi tarafından bu benim kanunlarımdır diye aynen benimsenen kanunları yukarıdan aşağıya kadar inceledi, bunların içerisinde insan haklarına aykırı ne kadar nokta varsa bunları ayıkladı ve tahakküm sökmedi. 

AP’li pek çok arkadaşa teşekkür

Ondan dolayı bütün parti gruplarını ve bu meyanda bu hükümetin bütün baskısına rağmen Adalet Partisi içerisindeki bir çok arkadaşlarımı da huzurlarınızda takdirle yad ediyorum, parlamentonun şahsiyetini orta yere koydular, bu baskılara boyun eğmediler. İnsan haklarını korumak için büyük gayret gösterdiler. Hepinize teşekkür ederim, hepinizi tebrik ederim.

Şimdi bunlar yetmiyormuş gibi, bakınız üç gün sonra kotayı ilân edecekler, şu halimize bakın, bizim ithâlât yapacak halimiz varmış gibi. Hani bir söz vardır, düğüne gider arabayla falan diye şu hale bakın, ithâlât yapacak bir doları yok, Ortak Pazar'a AET kotalarını % 10 artıracakmış. Neden? Çünkü beyefendi çok mühim bir şeyi tespit etmiş, o tespit ettikleri şey nedir? “Türkiye'nin toplulukla ilişkilerini güçlendirme yönündeki tutumuna olumlu karşılıklarda bulunma eğilimi taşıdığı görülmektedir.”

CHP'lilerin de hoşuna gidiyordu Erbakan'ın söyledikleri. AP'lilere bakıp gülüşüyorlardı. Ama Erbakan onlara da döndü:

“Sayın Ecevit'in etkin önlemlerine benziyor bunlar da; siz de çok gülmeyin ha... Şu hale bakın şimdi, şu hale bakın: CHP'liler etkin önlemler alıyoruz, kaşını kaldırmış adam, galiba borç para verecek dediler, iki sene bunlarla oyalandık, iki sene; iş başına gelirken de bunları AP'ye tembih ettik, yahu bu hale düşmeyin, dikkat edin dedik. 

Şimdi yolun yarısına geldiler, yolun yarısında bak önümüze nasıl çıkıyorlar, görüyorsunuz ne tembih etmişsek -keşke onları tembih etmeseydik- ne demişsek aksini yapıyorlar.  Bu millet yerli mallar haftasını boşuna mı yaptı? Bu kadar ehemmiyetli memleket meselelerinin böyle birkaç dakika içerisinde konuşulamayacağı açıktır. Ondan dolayı sözün teferruatına girecek değilim.

Ortak Pazar hakkındaki sayın Bakanın maruzatını iki noktaya bağlıyorum.

1- Bir ay sonra yapılacak olan toplantıya ne götüreceksiniz? Gelin bu Meclis'ten fikir alın.

2- Böyle siyasi birleşmede bu lâflarla kimi oyalıyorsunuz bakayım? 1923'ten beri bu millet kaç defa Yerli Mallar Haftası yaptı; Ortak Pazar haftası yaptı mı bu millet? Kimi aldatıyorsunuz? İşinize geldiği zaman Ortak Pazar'a memleketi peşkeş çekin, işinize geldiği zaman işinize geldiği şekilde kullanın. Bunlarla artık bu milleti oyalayamazsınız.

Bakınız, gayet açık ifade ediyorum; gelin hep beraber şu Anayasa'yı değiştirelim, şu millete bir referandum hakkı verelim ve millete gidelim.

“Ey millet sen bu İslâm âleminden kopup şu Batı âleminin Hıristiyan potası içerisinde erimek istiyor musun? Bu Batı kulübünün arkasında mısın? Yoksa milli bir politika mı istiyorsun, diyelim, bu millete bir referandum hakkı verelim. Bir İngiltere bu konuda referanduma gidiyor, bir Norveç, bir Danimarka referanduma gidiyor. Daha bin yıllık tarihi ile, imanıyla, her şeyiyle İslâm âleminin ayrılmaz bir parçası olan bu milleti, kimsiniz, nereden aldığınız hakla götürüp Hıristiyan potası içinde eritmeye çalışıyorsunuz? Hiçbir şey yapamazsınız!”

Uçak Sanayiini neden başlatmıyorsunuz?

Bu sözlerden sonra NATO ile ilişkilere değinen, harp sanayinin lüzumundan bahseden Erbakan, uçak sanayii için Demirel hükümetini nasıl sıkıştırdıklarını anlatıyordu.

“Muhterem milletvekilleri, Burada yüce Meclis'in huzurunda bir hususu sayın Başbakan'a hatırlatmak isterim. 1977 senesinin Ekim'inde “Türkiye'de uçak sanayiini mutlaka başlatacağız, bu Sanayi Bakanlığı'nın görevidir” dediğim zaman Sn. Demirel, “Hoca bana bir hafta müsaade et, ben bu işi tanzim edeceğim, arkasından bu temeli atacağız hep beraber” demiş idi.

Şimdi kendisine bakınız soruyorum; tam üç sene geçti, bir hafta kaç seneye patladı görüyor musunuz? Neden biz o gün Konya'da ve Türkiye'nin dört tane ilinde bu harp sanayi başlayacaktır diye vadiye greyderleri arazileri düzeltmek üzere sürdük, şimdi bizi anlıyor musunuz? Ne acıklıdır ki, biz uçaklarımızı yapacağız diye o güzel projeye bir an evvel başladığımız zaman daha Yunanlılar uçak projesine başlamamıştı. Şimdi bizdeki zihniyete bakın, bu yapacağımız projenin benzerini yaptılar, çıktılar.”

Erbakan gizli Cento'dan söz etti o konuşmada. İsrail Mossad üyesi Barill Lavin Türkiye'ye gelip hükümet yetkilileriyle gizli temaslarda bulunmuştu. Ne arıyordu bu adam? Eski bir askerdi, Mossad'ın mesul bir şahsıydı, Begin'in terörist grubundandı, İsrail Orta-Doğu Dairesi başkanıydı. Türkiye yetkililerin bu adamla ne işi vardı. Bu tür bilgileri ve soruları sıraladıktan sonra, on maddelik bir teklif sunmuştu. 

İmajlar çatlıyor

Kamuoyunun ilk kez bu kadar geniş biçimde dinleme fırsatı bulduğu Erbakan'ın konuşması, o günlerde büyük yankılar uyandırmıştı. Malum çevrenin yıllardır bildik imajının yanıltıcı olduğu bu konuşmayla ortaya çıkmıştı. Konuşmayı dinleyenler, dinlemeyenlere ballandırarak aktarıyor, MSP teşkilatları video kasetleriyle herkese ulaştırmaya çalışıyordu.

MSP, 1977 seçiminde milletvekillerinin yarısını kaybetmiş olmasına rağmen diri bir tabana sahipti ve Türk siyasetinde kilit parti konumundaydı. Süleymancı, Nurcu gibi cemaatlerin onlara yönelik katı tutumu, parti tabanını adeta kemikleştirmiş, partiyi bir cemaat haline dönüştürmüştü. Bu duygularla dolu olan partilileri 1977 seçim yenilgisi pek etkilememiş, tam tersi kamçılamıştı. MSP eninde sonunda zafere ulaşacak, günün birinde iktidar olacak inancındaydılar.

MSP'lilerin hemen hepsi bu duygular ve düşünceler içindeydi. MSP'nin seçim kaybetmesi, partinin uğradığı saldırılar, cemaatlerin karşı tarafla işbirliği yapması, parti saflarında moral bozukluğu yerine birlik ve beraberliğe yol açıyordu.

Necmeddin Erbakan, usta bir hatip ve iyi bir örgütçüydü. Yakın kurmaylarıyla, parti il başkanlarıyla, ilçe başkanlarıyla yaptığı özel konuşmalarda çok etkiliydi. En sakin adam bile Erbakan'ı dinledikten sonra dünyayı kurtarmanın kendi çalışmasına, gayretine bağlı olduğunu düşünerek çalışmalarına hız veriyordu.

Erbakan, enerjisini tamamen teşkilatlanmaya yöneltti. Köyler dâhil, bütün sandık başlarında gerekenden en az iki misli partili sandık müşahidi olma şartını getirdi. Seçim sandıkları MSP'lilerin hâkimiyeti altında olmalıydı.

MSP her alanda örgütleniyor

Erbakan, konuşmalarıyla mensuplarını heyecanlandırır ve disipline sokarken, gençlerin de örgütlenmesine özel önem verdi. Gençlik, MTTB'de yetişmekte, eğitilmekteydi. İmam Hatip Okulları da MSP'ye gençlik yetiştirmekteydi. Bununla da yetinilmedi Akıncılar Derneği kuruldu. Akıncılar Derneği parti ile direkt ilişkisi olmayan bir dernekti ama MHP'nin Ülkü Ocakları gibi bir yapıda ve faaliyetteydi.

Gazeteye de önem verdi Erbakan. Gazete bu dava için bir motor vazifesi görüyordu. Milli Gazete'den başka Yeni Devir Gazetesi, Milli Görüş'ün ikinci gazetesi olarak devreye girdi. Yeni Devir, siyah beyaz çıkıyor, aydınlara hitap ediyor ve gençlerin, entelektüellerin ilgisini çekecek yayın yapıyordu. Cemil Meriç, İsmet Özel, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Akif İnan gibi yazarlar, şairler Yeni Devir'de yazıyorlardı.

Diriliş, Edebiyat, Mavera, Aylık Dergi gibi edebiyat dergileri bu kesimi etkiliyor, bu dergilerden yeni yazarlar yetişiyordu. Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Yaşar Kaplan gibi şairler, hikâyeciler o dergilerde ürünlerini yayınlıyorlar ve yeni kabiliyetlere yol gösteriyorlardı.

 Ayrıca Sebil, Şura, Tevhid, İslami Hareket gibi dergilerin oluşturduğu bir gençlik kesimi vardı. Adı geçen dergilerdeki Kadir Mısıroğlu, Ertuğrul Düzdağ, Yılmaz Yalçıner, Ali Bulaç, Selahaddin Eş, Ali Ünal, Sedat Yenigün, Atasoy Müftüoğlu, Hüsnü Aktaş gibi yazarlar gençlik üzerinde hayli etkin oluyordu.

Bu anlayış, yayın evlerini de etkiledi ve İslam dünyasından yapılan çevirilerle yayın dünyasında da bir patlama yaşandı. Ali Bulaç'ın başında olduğu Düşünce Yayınları bu tarz yayıncılığın lideri konumundaydı. Ali Bulaç bu yayınevinden çıkardığı “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” kitabıyla İslamcı gençliğin en popüler yazarı oldu. “İslamcı gençliğin el kitabı” niteliğindeki bu kitabı başkaları takip etti. Ali Ünal'ın “Mekke Resullerinin Yolu” kitabı da bu tarz ilgi gören eserlerdendi.

Fakat asıl açılım, İslam dünyasının âlimleri sayılan Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Mevdudi ve özellikle Ali Şeriati gibi yazarların çevirileriyle sağlandı. Mısırlı yazar Seyyid Kutup'un ‘Yoldaki İşaretler’, Pakistanlı yazar Mevdudi'nin ‘Kur'anda Dört Terim’, İranlı yazar Ali Şeriati'nin ‘Medeniyet ve Modernizm’, ‘Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri’ kitapları gençliğin gözde eserleri oldular. Bu kitaplarla İslamın ‘devlet olma’ yönleri ele alınıyor, geleneksel görüşlerden çok farklı bakış açıları sunuluyordu. Özellikle İranlı yazar Ali Şeriati'nin kitapları peynir ekmek gibi satılıyordu.

Bu gelişmeler MSP eksenli hareketin toparlanmasını, hareketlenmesini ve daha da büyümesini sağladı. Erbakan, parti, gazete ve dernekle yetinmedi, başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde Milli Görüş Teşkilatlarını daha da güçlendirdi. Milli Görüş Teşkilatı, Avrupa'daki Türklerin en büyük örgütüydü ve MSP'nin en faal, en hareketli teşkilatıydı.

[email protected]

Gelecek yazı: Milli Görüş Tarihi-18 Erbakan İsviçre’ye neden gitti! Milli Görüş nedir?