Milli Görüşçü olmak öncelikle “ahde vefalı” olmak demektir. Bu, hem ruhlar aleminde Alemlerin Rabbi’yle yaptığımız kulluk sözleşmemize, hem de insanlarla yaptığımız sözleşmemize riayet etmemizi/uymamızı gerektirir. (Araf/172, Maide/1) Efendimiz (S.A.V.) bunu bir cümlede ifade buyurmuş: “Vefa imandandır. Vefasızlık ve emanetlere hıyanet etmek nifak alametlerindendir. “Yine müfessirlerimiz AllahuTeala’yla olan ahdimizin dünyadaki hayatımızın tamamını kapsadığını, O’nun rızasına, emir ve yasaklarına riayet etmek suretiyle yaşayacağımıza ilişkin olduğunu beyan ederler. (Nisa/1) Günde 40 kez namazda Fatiha okuyarak Rabbimizle ahdimizi hatırlıyor ve yeniliyoruz.

Efendimiz (S.A.V.) “Akabe”deensardan birçok müminle biatlaşmış/sözleşmiş; sonra da Medine’yi teşrif etmiştir. Yine fetih öncesinde Hudeybiye’de “Rıdvan biatı” gerçekleştirilmiştir. Fetih/10. ayette anılan biatın, Efendimiz (S.A.V.) eliyle/aracılığıyla Allahu Teala’yla yapılmış sayıldığı, Elçi’sine itaat/biatınAllahu Teala’ya yapıldığı beyan buyrulmuş, ahdini/biatını bozanların ancak kendilerine zarar verebileceği,vefalıların mükafatının ise büyük olacağı beyan buyurulmuştur. Yine Fetih/18’de Hudeybiye’deki biat edenlerden Rabbimizin razı olduğu ve fetih/zafer müjdeleri verilmiştir.

“Hz. Hüseyin (R.A.) şehadetinden sonra da “biat”leşme, siyasi/hukuki ve ahlaki/manevi olarak ikiye ayrılmış/iki ayrı hilafet de müesseseleşmiştir.” (Ahmed Rufai Hz.(K.S.)

Merhum Erbakan Hocamız da 1969’larda biz “Milli Görüşçü”lerden siyasi lider/emir olarak “ülkemizde ve tüm dünyada zulmün kaldırılması, yerine Hakk’a/adalete dayalı bir düzenin kurulması için çalışacağımıza” belki yüzlerce söz almıştı, sözleşmiştik... Bu siyasi biatlaşma, aynı zamanda ahlaki/manevi biatleşmeler/intisaplarla da desteklenmişti. Ne yazık ki elli yıllık süreçte başlangıçtaki bu siyasi ve ahlaki birliktelik ve uyum sürdürülemedi.

Şayet başlangıçtaki bu vahdet ve uyum sürdürülebilseydi, ülkemiz, bölgemiz ve dünyamız başka bir ülke, bölge ve dünya olurdu... Bu kader yaşanacakmış, sınavdayız...

Dünyalıklarla (baş olma sevdasıyla, servetlerle, makamlarla, bencilliklerle, kıskançlıklarla, şöhretlerle, hırslarımızla, öfkelerimizle, imkan ve fırsatlarla, nimetlerle, emanetlerle) deneniyoruz, imtihandayız. Ayıklanıyoruz... Dünyada yolcu ve misafirleriz. “Dünyada rahatlık yok.” Müminin zindanı... Cefa yurdu. Zıdlarla deneniyoruz. Hayır ile şer, Hak ile batıl, tevhid ile şirk, adaletle zulüm ayrışması/çatışması ve saflaşmasıyla sınavdayız. Milli Görüşçüler de safını Hak, Tevhid, Hayır ve Adalet olarak seçti. Bu yolda vefalı/sadık öncüler/koşanlar, yürüyenler, oturanlar, sebat edenler olduğu gibi ayrılanlar, devşirilenler, gömlek çıkartanlar, dökülenler, kayanlar da oldu... Bu girilen, seçilen yol kolay değildi. Yokuştu, sarptı, aşılması, tırmanması çetindi, zahmetli/külfetliydi, engellerle doluydu. Özetle bu yol “AKABE” idi. Ve cennet de rıza da, kurtuluş da, kazanmak da bu Akabe’nin aşılmasıyla ulaşılabilecek şeydi. Başlangıçta hedef de buydu.   

AKABE NEYDİ? -”Küçük ve büyük cihaddı.” Beled Suresi/8-18’de insana iki yol gösterildiği, birinin sarp olduğu vurgulanıyor , “kölenin hürriyetine kavuşturulması, yoksullara yardım, açların doyurulması, yetimlere yardım, imanla sabır ve merhameti tavsiye...” örnekleri sayılıyor. Ve sonuçta amel defterini sağından alabilmek müjdesi veriliyor.