Dünyada öncelikli olarak kendimiz için çalışıyoruz. Maddi ihtiyaçlarımız. Manevi olanlar. Güvenlik ve diğer temel kaygılar. Güvenlikten kastımız sadece güncel anlamda olmayıp ontolojik güvenlik ve diğer haklarımızın muhafazası gibi daha birçok husus, güvenlik kaygısına dahildir.

Ahirette de kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz öncelikle. Yani bütün bu anlamlarda kendimizi düşünmek meşru.

Fakat yine de burada bilinmesi gereken bazı hususlar vardır:

1. İnsan, evvela kendine faydalı olmalıdır, öncelikli olarak kendini kurtarmalıdır. İlmi önce kendisi için öğrenmeli ve diğer her şeyi de ilk olarak kendisi için yapmalıdır. Tüm diğer meselelerde de durum böyledir. Kendine faydası olmayanın başkasına faydalı olması arızi bir durumdur. Kendini düşünmeyen, başkalarını da düşünmez. Düşünüyor gibi olsa da bu illa başka bir sebepten ya da bilinçsizce olan bir şeydir.

2. Hayatta her şeye, bir şey elde etme ve öğrenme kastı ile bakmak gerekiyor. Hocaya, dosta ve diğer şeylere. Bu anlamda hayat, ticarettir. Dinin de ticaret oluşu, bu anlamdadır. Yani bir şeyler yapar ve tercih ederiz. Karşılığında da bir şeyler bekleriz. Ve asıl önemlisi, bir şey bekliyorsak karşılığında illa bir şeyler vermek gerekiyor.

3. Fakat burada iki temel esasa riayet etmek gerekiyor: Adalet ve hak/hakkaniyet/hakikat.

4. Adalet, kendimiz için istemediklerimizi başkaları için de istememekten başlar ve herkese hakettiği şekilde muamele etmekle devam eder. Buradaki haketmekten kasıt, duygusal veya sübjektif bir durum değil; hak ve görevler dairesinde bir tutumdur. Yoksa haketmek, bize göre değildir. Aksine birinin bir şeyi haketmesi, hak ve hukuk ölçüsünde olur.

5. Hak ve hakikat ise, değerlerimiz ve inançlarımızdır. Yani özetle biz kendimizi düşünürken ana değerlerimize, temel ölçülere ve başkalarının haklarına aykırı davranamayız.

6. İnsanın menfaatçi oluşundan bahsederken aslında üzerinde durmak istediğimiz temel mesele, karşımızdakilerin tutumlarına nasıl tepki vereceğimizdir. Yani biz, bir şeyler yaparken illa bir karşılık bekleriz ve bu karşılık çoğu zaman manevidir. Yani insan, marifet iltifata tabidir ilkesi gereğince anlaşılmak ister, teşekkür ve takdir bekler. Fakat bu genelde mümkün olmaz. Yani çoğu zaman takdir ve anlayış görmeyiz. Gördüklerimiz de bazen geçici olur. Hatta bazen yaptığımız iyiliklerin karşılığında kötülük görürüz.

7. Peki, karşılık ve takdir nedir? Karşılık, Mevlâ’dandır ve Mevlâ bu karşılığı dünyada veya ahirette ya da her ikisinde verebilir. Sahip olduğumuz güzel şeyler, aslında birer karşılıktır. Başımıza gelmeyen kötü işler de en büyük takdirdir aslında. Ahirette ise zaten her şeyin karşılığını fazlasıyla alacağız.

8. Yani karşılığı kuldan bekleyen üzülür ve asıl önemlisi Mevlâ’dan karşılık göremez. Ama karşılığı Mevlâ’dan bekleyene karşılık hem dünyada hem de ahirette verilir.

9. Takdir ve teşekkür, duygusal şeylerdir. Önemlidirler ama aslında dünyada moral haricinde pek katkıları olmaz. Zira iltifat, insanın değerini artırmaz. Hakaret ve nankörlük de değerden bir şey eksiltmez. İnsanın değeri neyse odur.

10. Peki, insanın değeri ne iledir? Tabi ki amelleriyle, yani söz, davranış ve güzel işleriyle. Bu güzelliğin arkasındaki şey ise inanç ve ahlaktır. İnsan ölür, ama iyiliği ölmez. Kötülüğü de ölmez ama kötü şeyler, daha çabuk gelir geçer. Bu yüzden insan, iyilikleri hatırlandığı sürece yaşar ve bunun da manevi bir karşılığı vardır. Kötülüğü hatırlandığı sürece de yaşar insan ama kötülükler, yapılan iyilikler kadar değer bulmaz. Zira Allah, adildir ve tarih, Allah’ın bir nevi hükmüdür.

Özetle; insanın kendini düşünmesi ve kendisi için çalışması meşrudur. Ancak bu, hak ve adaletten ayrılmayı gerektirmez. Menfaati kötü yapan şey ise hak ve adalete aykırı hale gelmesidir.

Sevginin de kötü ve olumsuz hale gelmesi, hak ve adaletten ayrılınca olur.

Dostluk ve akrabalık da şayet insanı hak ve adaletten ayırıyor ise meşruluğunu kaybederler.