İnsan, yaratılış kodları bakımından iyilik ve kötülükte sınırları çok kesif, derin ve uç noktaya varabilen bir varlıktır. Bir taraftan “eşref-i mahlûkat” yani yeryüzündeki yaratılmışların en şereflisi olma potansiyelini haizken, diğer yandan “belhum adal” yani hayvandan bile aşağı olma potansiyeline sahiptir. Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerde insanın “yaratılmışların birçoğundan üstün” (İsra Suresi, 70) ve “hayvanlardan aşağı” (A’raf Suresi, 179) olma potansiyelini haiz olduğu vurgulanır.

İnsan, kendisine verilen “özgür irade” ile haktan yana mı yoksa batıldan yana mı tavır alacağına karar vermektedir. Eğer batıldan yana yer alıp “belhum adal” yani hayvandan bile aşağı bir yere savrulabiliyorsa, bu hâl, hem yetenekleriyle hem de zaaflarıyla bağlantılıdır. Yani en uç noktadaki kötülüğü yapabilme yeteneğine sahip olduğu gibi, en uç noktada kötülüğü yapabilecek zaaflara da haiz bir yapıdadır.

İNSAN, ZAYIF VE ACİZDİR!

İnsan, her ne kadar yaratılmışların birçoğundan üstün ve en güzel şekilde yaratılmış olsa da zayıftır, acizdir. İnsanın acizliği daha dünyaya gelir gelmez kendini gösterir. İnsanın doğumu, gelişimi ve hayata uyumu diğer canlılardan daha zordur. Diğer canlıların birçoğu daha doğar doğmaz yürümeye ve kendi lisanıyla konuşmaya başlarken insan belirli bir süreçte buna ulaşır; bunda da anne baba ile çocuk arasındaki ilişkinin sıkılaşarak ihtiyarlıkta sevginin merhamete dönüşmesi gibi sırlar vardır elbette.

İnsan, yaratılış bakımından diğer varlıklardan güzel olsa da bütün duyuları sınırlıdır. Görmesi, duyması, koku alması, tatması, kavraması sınırlıdır. Görme eylemi için belirli şartlar gerekir. Belli frekanslar arasını duyabilir. Diğer duyuları da böyledir.

İnsanın hassas bir bedeni vardır. Sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa ve mikroba karşı dayanıksızdır. Birçok canlıyı rahatsız etmeyen soğuk, insanı hasta eder, keza sıcağa mukavemeti de birçok canlıya göre zayıftır. Açlığa, susuzluğa mukavemeti de öyle. Küçücük bir virüs insanı yatağa düşürür, hatta rahatlıkla öldürür.

İnsanın bu acziyeti hakkında Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir” (Rum, 54) buyrulmaktadır.

Allah-u Teâlâ, insana sürekli acziyetini hatırlatmakta, kibirden uzak durmasını, kendinden güç olarak zayıf olanlara merhamet etmesini, sadece insanlara değil, diğer canlılara da merhamet nazarıyla bakmasını emretmekte ve “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin” (İsra, 37) buyurmaktadır. Kısaca, insanın zayıf ve aciz yönüne vurgu yapılarak mutlak güç ve kuvvet sahibi yaratıcıya karşı boyun eğmesi, yüceltmesi ve asla kibirlenmemesi hatırlatılmaktadır.

İNSAN, RABBİNE KARŞI NANKÖRDÜR

Kur’an-ı Kerim’de insanın bütün acizliğine rağmen Rabbine karşı nankör ve isyankâr olduğu anlatılmaktadır ve şöyle buyrulmaktadır: “İnsanı bir damla sudan yarattı, böyleyken bir de bakarsın o, (Rabbine) apaçık bir düşman kesilmiş” (Nahl Sûresi, 4).

Başka bir ayet-i kerimede ise “Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür. Ve kendisi de buna şahittir” (Âdiyât Sûresi, 6-7) buyrulmaktadır.

Acizliğini ve kulluğunu unutup, yaratıcısına karşı isyan eden insanın sonunun hüsran oluşunu ve kendini güçlü zanneden nice toplulukların yok olup gidişini Kur’an-ı Kerim şöyle anlatmaktadır: “Yeryüzünde gezip bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, bunlardan daha kuvvetliydiler. Ne göklerde ve ne de yerde hiçbir şey Allah’ı aciz bırakamaz. Çünkü o her şeyi bilendir, her şeye kadir olandır” (Fatır, 44).

Kur’an-ı Kerim’de, bir taraftan insanın Rabbine karşı nankör (Âdiyât, 6-7) ve düşman (Nahl, 4) oluşu anlatılırken, diğer yandan insanın değişken ruh yapısına sahip olduğundan da (İsra, 67-69) bahsedilmektedir. Elbette insanların tümü nankör ve düşman değildir. Ancak insanın, mutlak yaratıcıya karşı nankör ve düşman olma potansiyeline sahip olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de tam olarak bunu hatırlatmakta, hem cinslerimizi bize tanıtmakta; beşeri münasebetlerimizde dikkatli olmamız için bize yol göstermektedir.

İNSAN, ZALİM VE CAHİLDİR

Kur’an-ı Kerim, “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir” (Ahzab Sûresi, 72) ayetinde insanın zalim ve cahil olduğu beyan edilmektedir. Ayet-i kerime, insanın yaratılış aşamasında kendisine teklif edilen mukaddes emaneti yüklenmesiyle bağlantılıdır.

Emanet büyük olduğu için, bu büyük emanete sahip çıkmamak da o kadar büyük rüsvalıktır, ahirette hüsrandır. Mezkûr ayet-i kerimede anlatılan, göklerin, yerlerin ve dağların yüklenmekten çekindiği emanete insanın sahip çıkması ve “insan çok zalimdir, çok cahildir” ifadesi, insanın zulme, haksızlığa, Allah’a verdiği söze ve kul hakkına riayet etmeyip zalimleştiğini, bir saniye sonrasını bilmediği halde kendisini her şeyi bildiği vehmiyle aklına çok güvenmesi de cahil bir varlık olduğunu gösterir.

İnsanın, emaneti yüklenmesiyle bağlantılı olarak zalim ve cahil olarak nitelendirilmesi genel bir tanımlamadır. Ancak, bazı insanlar Allah-u Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmeyerek, hemcinslerine, hayvanlara kısacası gücünün yettiği varlıklara zulmederek ve adaletten saparak da zalimleştiği vakidir.

Zalimlerin bu nevi hakkında, “Hem Allah istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın bunca nimetini teker teker saymaya kalkışsanız, onu kısım kısım bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zalimdir, çok nankördür” (Enbiyâ, 37); “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim, 34) v.b. ayetlerde insanların zalimleştiği vurgulanmaktadır.

Allah-u Teâlâ, zalimler hakkında şöyle buyurmaktadır: “(Ey Resulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor” (İbrahim, 42).

(Devam edecek.)