Kasadakine, masadakine öfke içerisinde kimisi.
Sadece yemeğini satın almamış da garsona da ipotek koymuş gibi.
Sosyal tesisin diğer yerlere göre ucuz olan fiyatlarından ötürü hınca hınç dolu salonunda, garsonun geç kalmasına öfkeleniyor,
Zaten ayakta sallanmakta olan garsonlar artık çağrıları duymamakta, bedenleri peşi sıra sürüklenmekteler.
Yanındakiler zor zapt etmekte, herkesin beklediği yemeği o bekleyememekte,
Neredeyse yakasına yapışacak zavallı gencin.
M. Gladwell’in “Outliers” adlı yapıtında okuduğum bir makale, etnik geçmişlerimizin kodlarını taşıyışımızla ilgiliydi.
Gizem geçmişte saklıydı.
“Onur kültürü” hipotezine göre nereden geldiğiniz, sadece sizin nerede büyüdüğünüz ya da anne babanızın nerede büyüdüğü anlamında değil, büyük büyük anne babanızın ve büyük büyük büyük anne babanızın hatta büyük büyük büyük büyük anne babanızın nerede büyüdüğü anlamında da önemli.”
Kültürel miraslar bu denli güçlü.
1990’ların başlarında Michigan Üniversitesinde iki psikolog, “onur kültürü” üzerine bir deney yaparlar. Onur kültürünün kalıntılarını modern çağda da bulmak olası mıdır? Bir grup genç adamı bir araya getirip deney yaparlar.
“Ahmak” sözcüğünü mihenk taşı olarak alırlar.
Deney başlar, genç adamlar bir sınıfta toplanır.
Tuzak hazırlanır, deneyi gerçekleştirenlerin suç ortağı rolünü oynar.
Dar bir koridorda, denek her şeyden habersiz, tuzak kuran kızgın, kışkırtıcı. Gürültü ile kapanan çekmece, deneği omzundan itme ve sarsıcı kelime “ahmak”.
Davranış ölçücüler, öfke ölçmeyi dört gözle beklemekteydi.
Deneklerinin yüzlerine baktılar.
Her zamankinden daha sıkı tokalaşıp tokalaşmadığını görmek için genç adamla el sıkıştılar. Kendilerine ahmak denmesinin –tahrik ve saldırganlığı etkileyen hormonlar olan-testosteron ve kortizol seviyelerini yükseltip yükseltmediğini görmek için, tehditten önce ve sonra, genç adamlardan tükürük örnekleri aldılar.
Deneklerin kendilerine kötü biçimde seslenilmesine verdikleri tepkilerde belirgin farklar söz konusuydu. Tehdit, bazılarında davranışları değiştirmişti, bazılarında ise değiştirmemişti. Verdikleri tepkide belirleyici faktör, duygusal açıdan kendilerini ne kadar güvende hissettikleri, entelektüel olup olmadıkları ya da fiziksel açıdan heybetli olup olmadıkları değildi.
Önemli olan nereden geldikleriydi. ABD nin kuzeyinden olan deneklerin çoğu olayı neşeyle karşıladı. Güldüler. Tokalaşma biçimleri değişmedi. Sanki bilinçsizce kendi öfkelerini bastırmaya çalışıyorlarmış gibi, kortizol seviyeleri gerçekten düştü. Peki ya güneyliler, onlar öfkeliydi, Kortizol ve testosteronları fırlamıştı. Sımsıkı tokalaşıyorlardı.
Başka bir tuzakta da iri yarı fedai ile korkutmuşlardı, soru şuydu, fedaiye ne kadar uzaklıkta yoldan çekileceklerdi?
Kuzeyliler neredeyse hiç etkilenmiyordu. Tehdit edilseler de, edilmeseler de, bir buçuk iki metre kala yoldan çekiliyorlardı. Güneyliler ise, tam tersi, en az iki buçuk üç metre önce kenara çekiliyorlardı. Yeni tehdit edilmiş olduklarında da yarım metre kala, bir güneyliye ahmak dediğinizde, kavga etmek için kaşınıyordu.
Koridor çalışmasında güneyliler, atalarına benzer koşullarda yaşamıyorlardı. Hiçbiri ataları gibi hayvancılıkla uğraşmıyordu. Anne babaları da uğraşmamıştı. 20. yüzyılın sonlarında yaşıyorlardı. Amerika’ nın en kuzeyindeki üniversitede okuyorlardı. Bu güneyliler kayalıklardan gelmemişlerdi, orta ve üst düzey Coca Cola yöneticilerinin çocuklarıydı, sınır bölgelerine özgü yaşam felsefesine göre mi davranıyorlardı?
Araştırmanın sonucu, kültürel miras etkili bir güç.
Derin köklere sahip ve uzun ömürlü.
Kuşaktan kuşağa direniyor.
Onları oluşturan ekonomik, sosyal ve demografik koşullar ortadan kalktığında bile neredeyse hiç bozulmuyor ve davranışları yönlendirmekte öyle bir rol oynuyorlar ki onlarsız dünyamıza bir anlam vermek imkânsız.