Muteber hadis kitaplarından Müslim’de ve erken dönem İslâm kaynakları İbn-i Hişâm ve Vâkidî’de anlatılan bir olay, Müslümanca duruşun önemini hatırlatması ve yeniden motivasyon yüklenmemize vereceği katkıdan dolayı hayati önemi haizdir.

Uhud Muharebesi sırasında Peygamber Efendimiz (s.a.v), elindeki kılıcı işaret ederek:

-“Bunu benden kim almak ister?” diye sorunca Peygamberimiz (s.a.v)’in sadık yol arkadaşları Sahabe-i Kiram kılıcı almak için ileri atılarak ellerini uzattılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v), soruyu detaylandırarak şöyle buyurdu:

-“Bu kılıcı, hakkını vermek üzere kim almak ister?”. Bunun üzerine Ensâr’dan Ebû Dücâne (r.a) en anlamlı soruyu sorarak:

-“Ya Rasulallah, bu kılıcın hakkı nedir?” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ise:

-“Bu kılıcın hakkı, eğilip bükülünceye kadar düşmanla vuruşmandır” buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Dücâne, kılıcı o şartla alabileceğini söylemiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v) de kılıcı kendisine vermişti.

Elinde kılıç ve başında kırmızı bir bez bağlayan Ebû Dücâne (r.a), kendinden emin adımlarla, babayiğit, biraz da kabadayı gibi yürümüştü. Bu yürüyüşü gururlu ve kibirli gibi anlaşılmıştı. Mütevâzı kişiliğiyle bilinen Ebû Dücâne (r.a)’nin bu tavrının yanlış anlaşılmaması için Peygamber Efendimiz (s.a.v), bu yürüyüş tarzının savaş dışında uygun olmadığını ancak buradaki durumunun istisna olduğunu beyan etmiş ve, “Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allah ona bu gibi durumlar haricinde buğzeder” demişti.

Ebû Dücâne (r.a), düşmanın arasına korkusuzca girmiş, kılıcın hakkını vermiş; Uhud Savaşı’nda büyük yararlılık göstermişti.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in elinde tutarak, “Bunun hakkını kim vermek ister?” dediği ve kılıcın hakkının da ancak “eğilip bükülünceye kadar düşmana vurmak” olduğundan bahsettiği kılıcın üzerinde şöyle yazıyordu:

“Korkaklıkta zillet, utanç; ileri atılmakta izzet ve şeref vardır. İnsan, korkaklık etse dahi kaderinden kaçamaz.”

Kılıcın üzerindeki yazının özeti şudur: “Korkaklıkta zillet, cesarette şeref vardır. Kişi korkarak kaderinden kurtulamaz”.

Kılıcın üzerindeki yazının mana ve ehemmiyeti, Müslümanların üç asırdır içine düştüğü “Mağlubiyet Psikolojisi”ne müptela olarak yaşadığı “Fetret Dönemi”nde daha iyi idrak edilmelidir.

Bugün Müslümanlar, cesaretini yitirmiş, zillet elbisesini giymiştir. Kâfirlere karşı yeterli askerî yatırım yapmak şöyle dursun; Müslümanların bir kısmı lüks, şatafat ve depdebe içinde yaşarken, bir kısmı da gelir adaletsizliği ve başlarına musallat olmuş yöneticilerin bitmez tükenmez iştahları yüzünden yoksulluğa mübtela olmuş vaziyettedir.

Müslümanların başına musallat olan işbirlikçi liderlerin izzet ve şerefini kaybetmesi ve korkak olmasının nedeni, sahip oldukları iktidarlarını Allah-u Teâlâ’ya değil, ABD’deki Siyonist lobilere borçlu olduklarına inanmalarıdır.

Oysa yeryüzünde iktidarı Siyonist lobiler değil, Allah-u Teâlâ vermektedir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurulmaktadır: “Onlar, o müminlerdir ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve fenalıktan da alıkoyarlar. Bütün işlerin sonu (kıyamette) Allah’a dönecektir” (Hac Sûresi, 41).

Bilinmelidir ki, iktidar, imtihan gereği iyi ve yetenekli insana da verilebilir, kötü ve yeteneksiz kişiye de.

İktidara gelmelerini ABD’deki Siyonist lobilerin desteğine borçlu olduklarına inanan Müslüman ülkelerin başındaki liderler, iktidarlarını kaybetme korkusuyla hareket etmekte, bu yüzden de izzet ve şereflerini kaybetmektedir. Bu yüzden Gazze’deki katliam, soykırım ve ambargoyu görmezden gelmekteler.

Dünyevi olarak iktidarda kalmayı izzet ve şereflerinin devamı şeklinde anlama alışkanlığı, hayatın ikinci evresini yani ahireti hesaba katmamayı muhtevidir ve sapkın bir anlayıştır.

İktidarlarını Siyonist lobilerin gücüne hamleden işbirlikçi lider, Kur’an-ı Kerim’deki “Doğrusu onlar, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar. Şüphesiz zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise takva sahiplerinin dostudur” (Casiye, 19) ayetindeki manayı anlasa, bütün meseleler çözülecek, bütün korkular bitecektir.

Hep birlikte, korkaklığın kaderi değiştirmeyeceğini, Allah-u Teâlâ’nın izni olmadan hiç kimsenin, hiçbir lobinin takdir edilen kaderimizi değiştiremeyeceğini idrak edebilsezsek, yeni bir başlangıç yapabilsek, Allah-u Teâlâ’nın arzını fesada uğratan şeytanın çocuklarıyla mücadele azmimizi diriltsek tam da Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in uygulamalarında tarif edilen izzetli bir Müslüman şahsiyete dönüşsek, yeni bir dünya düzeni kurmamız işten bile değil.