Sihirli ifade işte bu başlık. Uluslararası hukuktaki karşılığı ise self-determinasyon. Yani ‘halkların kendi kaderlerini belirleme hakkı’. Kuzey Irak’taki tartışmaların merkezinde de bu gerekçe var. Referandum talebini salt bir hakkın yerine getirilmesi olarak yorumlamak fotoğrafın bütününü görmemizi engelleyebilir. Kürt nüfusun geçmişte Irak’ta çok sıkıntılı zamanlar geçirdiği doğrudur. Ancak bu yanlışların düzeltilmesi için illa da ben devlet olacağım gibi bir talepte ısrarcı olunursa, bu sorunları daha da içinden çıkılmaz noktalara taşıyabilir. Çünkü bölgedeki her bir gelişme bir diğerini tetikleme potansiyeline sahip. Bunu Irak’ın işgaliyle başlayan, Suriye’deki iç savaşla devam eden süreçten net bir şekilde görüyoruz. En az geçmiş yüzyıllık gelişmeleri doğru bir şekilde analiz edemezsek, bu referandumu ve olası sonuçlarını olması gerektiği gibi anlayamayız. Bölgedeki hangi toplum olursa olsun farketmez, kararlarımızı çoğu zaman kendimiz aldığımızı zannediyoruz ama aslında başkalarının gündeminin figüranlarına dönüşmek gibi ölümcül yanlışlar yapıyoruz.

Zaten diken üstünde yaşam mücadelesi veren bölge halkları, gelinen durum ile beraber daha da büyük zorluklarla karşı karşıya kalabilir. Şayet referandum gerçekleşirse bir tarafta İran, diğer yanda Irak ve tabi ki Türkiye bu referandumun sonuçlarından doğrudan etkilenecek. Bu üç ülkenin aynı zamanda 1937 yılında kurulan Sadabat Paktı’nın üyesi olmaları referanduma verdikleri ortak tepkiye katkısı oldu mu bilmem ama bilinen bir şey var ki, o da bu süreç sadece Irak’ın toprak bütünlüğünü değil, bölgenin diğer ülkelerini de doğrudan tehdit ediyor. Hal böyleyken bu üç ülkenin bu konuya özel, birbirlerini destekleyen açıklamalar yapmaları, dışişleri bakanlarının bu konuya özel bir araya gelmeleri, konunun uluslararası toplumda daha da dikkatle takip edilmesini sağladı. Şimdi ABD bile sonuçlarının öngörülemediği gerekçesiyle referandumdan şimdilik vazgeçilmesini telkin ediyor. Bu yaklaşımın danışıklı döğüş olma ihtimali var mı, evet. Ancak öyle de olsa Türkiye, İran ve Irak’ın birliktelikleri özellikle batılı ülkelerin konuya daha fazla eğilmelerine ve peş peşe uyarılar yapmalarına sebep oldu.

Diğer taraftan bölgeden haber veren neredeyse her gazetecinin İsrail’in bu referanduma verdiği açık desteğin sokakta bile hissedildiğini dile getirmeleri üzerinde ciddi olarak düşünülmelidir. Bugün artık komplo demenin abesle iştigal olacağı, ‘Büyük İsrail Projesi’nin bu verilen destekle olan bağlantısı nedir diye kanaatimce çok da düşünmeye gerek yok.

Ayrıca bilindiği gibi ‘kendi kaderini tayin hakkı’ ile ilgili süreç ülkemizde Ağustos 2000’de ANASOL-M iktidarı döneminde başlatılmış, 4 Haziran 2003 tarihinde ise AK Parti ve CHP’nin birlikte desteğiyle yasalaşmıştı. Bu yasaları kamuoyu ‘İkiz Yasalar’ olarak biliyor. 4867 ve 4868 sayılı bu yasalar maalesef bugün hala yürürlükte. Türkiye kararlılığını göstermek istiyorsa öncelikle yapması gereken bu yasaları yürürlükten kaldırmalıdır. Eğer bunu yapmazsak bugün ‘gayrı meşru’ olarak nitelendirdiğimiz Kuzey Irak’taki referandumun yarın şekil değiştirerek ülkemizde de vuku bulmayacağını kimse iddia edemez.

Unutulmamalıdır ki, bu bölgede sorun olan şey kurulması düşünülen devletin etnik kimliği değildir. Asıl sorun haritaların yeniden çizilmesinin bölge halklarına ne getirip, ne götüreceğidir.