Müslümanlar bu dönemde büyük bir sınanma ile karşı
karşıya. Hemen hemen bütün bölgelerde, coğrafyalarda, ülkelerdeki bu büyük
dağınıklık Müslümanların bir sorunu. Bu sorunu gidermenin bir yol ve yöntemi de
bulunamıyor nedense. Her geçen gün aralarındaki uçurum daha da büyüyor. Başlangıçta bunlar küçük çok da önemsenmeyen
sorunlar olarak görülebiliniyor. Sorunlar giderilemediğinden giderek
derinleşiyor.
Müslümanların sorumluluk alanı elbette çok büyük. Bu
büyük birliktelik ve bağlılık gerekirken kimi hesaplar yüzünden ayrışmalara
gidiliyor. Kendini sorumluluk makamında görenler, taşıyabilecekleri kadar
olanına razı olmalılar. Talip olmak başka, razı olmak başka bir durum. Talip
olunan sorumluluğun altından kalkılamayınca bunun vebali çok daha ağır olur. Eğer
bir görev verilmişse kabul etmekten başka bir seçenek yoksa o zaman razı
olunur. Olunur ama başarılı olmadığında onun vebali de ağır olmaz. Burada
Müslümanlar kendilerine Hazreti Ebu Bekir i örnek alabilirler. O halife olma
niyetinde ve arzusunda değildi, zorla kabul ettirildi. Ettirildi ama Allah
yolunu açtı, başarılı oldu. Başarılı olmasaydı -ki oldu-, o zaman sorumluluğun
vebali onun omuzlarında olmazdı.
Kimi Müslümanlar sorunlarını büyütürken ya da sorunlarını
gündeme taşırken geçmişte yaşanan mazlumlar yerine koyuyorlar kendilerini.
Geçmiş derken, Sevgili Efendimiz den sonra yaşananlar örnek alınır,
alınmalıdır. Alınır da kendilerini mazlum diye tanımlarken o dönemin
mazlumlarının yaşadıklarını veya tutumlarını örnek almazlar. Onların
yaşadığının aynını yaşamayı kendilerine uygun görüyorlar. Hazreti Osman,
Hazreti Ali veya Hazreti Hüseyin gibi bir fedakârlıktan asla söz etmezler.
Karşı tarafın, yani Sebeciler ya da Hariciler örneği üzerinde dururlar. Hasım
olarak belirlediklerini ya Sebeci, ya da Harici olarak nitelerler. Aslında
bugünün Müslümanları arasında ne Sebeci ne de Harici var. Tarihte yaşanmış
olanlar Müslümanlar için bir daha yaşanmaması için bir örnek olmalıyken aynını
yaşama tutumuna giriş asıl önemli açmaz. Ve hatta kendilerini mazlum görenler
Kerbelâ faciasını yaşayanlar ile özdeş kılmaya çalışıyorlar. Bu, asıl paradoks.
Geçmiş bize örnek ise, olması gerekirken aynını yaşama düşüncesi neden ağır
basıyor
Hazreti Osman; Müslümanların birbirilerinin kanı
dökülmesin, ayrılıklar derinleşmesin diye kendini feda etti. Adeta kaderine ve
geleceğine teslim oldu. Hazreti Ali keza Hazreti Osman dan sonra ayrılıkların
derinleşmemesi için büyük bir çaba gösterdi. Çıkarlarını düşünenler ya da
koruma altına almak isteyenler olayları kızıştırdılar, derinleştirdiler.
Birbirleriyle savaştılar. Savaş anında bile olayların önüne geçmek için çok
çırpındı, çıkarcılar ve fitneciler olayları kızıştırmaktan geri kalmadılar,
bilinen süreçler yaşandı. Bu olaylardan sonra tarih boyunca Müslümanların
ayrışmalarına birbirine karşı husumet beslemelerine neden oldu. O gün bugündür
bunu sürdürme çabasında olanlar var. İktidar olma hırsına kapılanlar
kendilerini bir mazlum olan Hazreti Hüseyin yerine koymuyorlar ve iktidar olma
hırsından vazgeçmiyorlar. Savaşı, iktidar olma hırslarını sürdürürler.
Asıl sorun burada. Madem böyle bir olay yaşanmış ve
bundan Müslümanlar büyük acılar çekmiş ve dramlar yaşanmış bunun bir daha
yaşanmaması gerekmez mi Müslümanlar kümeleşirler, belli kümeler etrafında
toplaşırlar, orada bulunanların gayretleriyle istenmeyen bir yola giriyorlar.
Bu, grupların hemen hemen hiç birinin işine gelmez. Belki birileri arada
sıyrılır, dünyalık olanı elde eder bir yere de gelebilirler. Ne yazık ki bu,
insana gelecekte hiçbir şey kazandırmıyor, başlarını belalara sokuyor.
Müslümanlar, bu zamanda omuzlarında büyük sorumluluklar
var. Aradaki kırgınlıklar, ayrışmalar, küçük hesaplar giderilebilir. Türkiye ve
dolayısıyla dünya Müslümanlarının gözü sorumluluk sahibi olan Müslümanların
üzerinde. Uzun zaman birlikte yol almış büyük mücadeleler vermiş, bilinçle
büyük dava etrafında buluşmuş olanların birbirlerine karış daha duyarlı, daha
dikkatli, daha özenli olmaları gerekir.