Kabul etmeliyiz ki, vahşi kapitalizm özellikle

büyükşehirlerde insanların tüm benliklerini kuşattı. Parayla pulla fazla ilgisi

olmayan, “Bir lokma, bir hırka” felsefesinde insan türü artık kalmadı. İnsanlar

artık kazanmak, daha çok kazanmak, varı yoğu cebine atmak için çabalıyorlar.

Serbest rekabet denilen şey, kendi işiyle iştigal eden herkesi yok etmek,

tüketmek, onlara hiçbir kazanç imkanı ve fırsatı tanımamak üzerine

kurgulanıyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesi, toplumun

tüm hücrelerine kadar sindirilmiş ve materyalizm anlayışı insanımızın beynine

enjekte edilmiş durumda. Kazanan, daha çok kazanan insanların aynı zamanda daha

çok harcama, elindekini avucundakini bir anda tüketme kültürüne yöneltilmesine

yol açıyor. Televizyon ekranlarındaki reklamların çoğu, bizleri olmadığımız

kimliklere, kılıklara sokabilmek, hayal dünyalarında gezindirmek üzere

hazırlanıyor. GSM firmalarının reklamları, “Konuşun, sürekli konuşun, az

parayla çok konuşun, az parayla çok SMS atın” şeklinde, cep telefonuzun bir an

bile elinizden düşürmemeniz zihniyetiyle hazırlanıyor. Bankaların reklamları

ise verdikleri kredi kartlarının birbirinden farklı cazip imkanlarını tüketme

felsefesiyle donanmış durumda.

Biz bir medeniyet kuşağıyız… Bizim medeniyetimizde

böylesine tüketim ve vahşice kazanma hırsı yoktu. Fatih Sultan Mehmet,

Edirne’de bir çarşıyı denetime çıktığında, kendisinden bir kilo peynir istediği

esnafın şu sözüyle derinden sarsılmıştı: “Beyim, benden zeytin aldınız, ben

siftahımı yaptım. Peyniri de yan komşumdan alınız, o da siftahını yapsın”

Bu cümle esnaflıkta Ahilik geleneğini başlatan,

kapitalizmin temeline dinamit koyan cümleydi. Acaba bugün yan komşusunun

kasasına para girip girmemesiyle ilgilenen başka bir esnaf tipi ya da

tipolojisi kalmış mıdır

Kapitalizmin acımasız yüzü, vahşi yüzü, girdiği

birbirinden farklı kılıklarla ve “Paranın yüzü sıcaktır” anlayışıyla bizleri

kendisine esir ediyor. Kendisini rol model aldığımız kahramanlar da, bu vahşi

boyutun tüm detaylarıyla önümüze kötü emsaller ve örnekler koyuyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Stand Up şovlarıyla dünyaları

kaldırmış Cem Yılmaz, daha yeni doğan bebeğiyle gezmeye çıkmış… Gazetecilere de

demiş ki, “Kemal bebeğin oyuncakları çıkacak”

Olmayıversin… Olmayıversin…

Stand up şovlarıyla paranın dibini buldun… Filmlerinle

milyonlarca kişilik gişe başarısı elde ettin… Bırak da, çocuğunun, el kadar

bebeğin oyuncakları da olmayıversin…

Bütün derdin, kederin, çocuğunun üzerinden üç kuruş daha

para kazanabilmek mi

Deyim yerindeyse, sözün bittiği ve kelimelerin tükendiği

bir boyuttayız. İnsanların böylesine materyalist bir boyuta taşınmasını,

zihinlerinin dönüştürülmesi ve medeniyet algılarının yok edilmesiyle izah etmek

lazım.

Maalesef medya, bize rol model olarak biçtiği

kahramanların tüm kötülüklerini, rezilliklerini, çok matah bir şeymiş, örnek

alınacak bir şeymiş gibi sunuyor. Dizilerde sunulan bir eli yağda bir eli balda

tipleri seyreden insanlarımız da, “Benim elime de böyle fırsatlar geçse, ben de

aynısını yaparım” demekten kendilerini alamıyorlar.

Kötülükten daha kötüsü, onun içselleştirilmesi ve

toplumun manevi dokusunu bozacak şekilde tüm hücrelere sinmesidir.