“Siyaset peygamber mesleğidir.” L. Doğan
Kelime ve kavramlarımızla o kadar oynandı ki, nerdeyse anlamları uçup gitti elimizden/ dilimizden... Öyle ki, iletişim/uzlaşma aracı olması gerekirken, farklı anlamlar yüklenmesi yüzünden çatışma, çekişme aracı haline getirildi. Ve işte sonuç ortada. Çatışıyor, çekişiyor, uzlaşamıyor, barışamıyoruz. Batılılaşma çabasının “zakkum” meyveleri devşiriliyor... Kültür emperyalizmi...
Din ile siyaset, din ile dünya, din ile devlet ayrımı ve çatışmaları bize ait olmayıp, İslam düşmanlarının bize ihraç ettiği zehirlerdendir. Bizi bu zehirlerle parçaladılar, çatıştırıyorlar... Biz Müslümanlarda dünya hayatı tercihiyle ahiret hayatı tercihleri vardır.
Batılılar/Hıristiyanlar tevhidi nasıl Yahudi din bilgini Pavlos’un ifsadıyla üçe (teslise) parçalayıp, ihtilaflara/çatışmalara neden oldularsa, bunun gibi biz ümmet-i Muhammed’i de çeşitli fırkalara bölüp, çatıştırmayı ne yazık ki sağlayabilmişlerdir. Siyonizm ifsadını/ bozgunculuğunu artırarak sürdürebilmektedir. Tüm değerlerin ifsadının arkasında onlar var... Din-siyaset ayrımı anlayışını da bize benimsetebildiler. Kendileri de bir “din devleti” olmalarına rağmen... Tevrat’tan da tahrifle Siyonizm sapkınlığını ürettiler.
Değerlerimiz gibi temel kavramlarımız da özenle seçilerek onlarla/onlara zulmedildi. İslam, halife, din, imam, millet, hizbullah, ashab-ı meymene (sağ ehli), ashab-ı meş’eme (sol ehli). İşte bu kavramlardan birisi de “siyaset”tir. Tüm peygamberler müslimdiler. Bağlıları da...
İslam, âlemlerin Rabbi’nin insanlara teklif ve tavsiye ettiği ekmel hayat nizamıdır, yoludur. Amaç da insanların dünyada ve ahirette saadetidir. Dileyen inanır seçer, dileyen reddeder...
“Âlemin bekası için, fesadın (bozgunculuk) ortadan kaldırılması, şeriatın iman kaidelerinden sonra en önemli ilkesini teşkil eder.” (İbn-Abidin)
Elmalı merhum, “millet”, “ümmet”, “şeriat” ve “siyaset” kavramlarını iç içe, eş anlamlı yakın kavramlar olarak zikretmektedir.
İbni Haldun: “Hilafet/imamet uhrevi maslahatlarla ilgili dünyevi maslahatlar konusunda şer’i esaslara göre tüm insanları sevk ve idare etmektir. Zira dünya işlerinin hepsi Allah katında ahiret maslahatına yöneliktir. Gerçekte imamet, dini korumada ve dünyaya din ile idare etmede şeriat sahibine vekâlet etmektir.” (Mukaddime,190)
“Siyaset en şerefli, üstün meslektir. Peygamberler mesleğidir. Hak ve adalete bağlı olarak insanların haklarını muhafaza etmek hizmetidir. Mukaddes bir görevdir/meslektir. Bir saatlik icraat/hizmet, bin yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır.” (Lütfi Doğan)
İmam Gazali: “Allah-u Teala (C.C.) )peygamberlerini yeryüzünde marufu (iyilikleri) emredip, münkerden (kötülüklerden) men etmek amacıyla göndermiştir.”(Lütfi Doğan, Huzur ve saadetin esasları s. 290)
İslam Allah’ın nizamını/yolunu beğenip, seçmek ve teslim olmaktır.
İslam’da yönetim biçiminden çok, ilkeleri öne çıkar: Adalet, emanet (güven), ehliyet/liyakat, şura (istişare), maslahat (kamu yararı), biat (itaat).
Siyaset: “Bir toplumun başına geçmek, onların işlerini yararlarına olacak biçimde yürütmek”, “Toplumun işlerini üzerine alma, yürütme, yönetme işi, insanları yönetme sanatı”, Siyaset kavramı ve türevleri Kur’an’da geçmez. Hadislerde geçer. “Devlet de siyasi egemenliğin teşkilatlanmasıdır.” Gazali “siyasetin kurucu ilkelerinin Kur’an ve Sünnet tarafından konduğunu, imam seçmenin farz olduğunu, meşruiyet şartıyla itaatin de farz olduğunu” zikreder.
“Zalimler iktidar olunca nesli ve harsı (ekonomi) ifsad ederler.” Adil siyasetle zalim siyaset burada birbirinden ayrılırlar. Nur/55 ve Hac/41 ayetleri doğrudan “iktidar”la ilgilidir.
“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler” (Hadid, 25).
Halifeler, yetkilerini aşarak dine aykırı hükümler koyamazlar. İmam, sınırsız değil, kul olarak da sınırlı iktidara sahiptir. Şeriat bir kul olarak halifeyi/imamı da bağlar. Sorumsuz değil, en sorumlu kuldur hem hukuki hem de cezai sorumluluğu ağırdır.
Siyaseti şer’iyyenin (İslami siyaset) amacı adaletin gerçekleşmesi, haksızlıkların önlenmesi, hakkın sahibine verilmesi, kamu yararının sağlanması şeklinde özetlenir.
“Siyaseti şer’iyye kamu otoritesinin, yönetilen topluluğun yararına olacak ve dinin genel ilkelerine aykırı düşmeyecek düzenlemeler ve bu çerçevede uygulamalar yapma yetkisini ifade eder.”
“Yasa”, zamanla Arapça “siyasete dönüşmüş” görüşünde olanlar da olmuş. Nitekim Cengiz Han, “sahibü’l yasa” (yasa sahibi) ile unvanlandı.
“Millet” kavramı da asıl anlamında din/şeriat demek iken,zamanla ırksal,kültürel bir anlama dönüşmüştür.”Milleti İbrahim”demek,”Türk milleti” demek midir?!
“Ashab-ı meymene”/sağ ehli; imanlı salih amel sahipleri anlamındayken, “sağcılar” anlamına dönüştürülüp, sömürülebilmiştir. Yine “ashab-ı şimal” de “solcular” olarak dönüştürülmüş, değiştirilmiştir. Günümüzde sağcı ve solcu ideolojilerin/devlet veya partilerin mensuplarının sadece bu kimlikleriyle “ashab-ı yemin” kapsamında olduğu düşünülebilir mi?
Kulluk/ibadet kavramı da İslam kavramı gibi bölünerek, parçalanarak bugünkü, eksik anlamıyla alabildiğine daraltılmıştır.
Hayat gibi kulluk da, vatandaşlık da bölünemez. Hatta evimizde vatandaşlık aranmasa da, kulluk gerekiyor.
“İmam” da “camide namaz kıldırma memurluğu”na indirgenmiştir. Din ile siyaset/devlet ayrışması, çatışması din ile dünya ayrışması gibi İslami olmayan bir anlayışla laik/seküler sapıklığı sağlanabilmiştir. Böylece İslami anlayış da reforme edilip, dönüştürülebilmiştir. Laikleşme, sekülerleşme süreci işliyor...
Din/İslam rububiyet ile ubudiyet arasındaki egemenlik-itaat ilişkileri olup, hayatın tamamını kapsayan bir nizam olduğu halde, torpillenmiş, parçalanmış, hatta “vicdan işidir” anlamına kadar dönüştürülebilmiş değil midir? Nerde hukuk, nerde ahlak?!
Bu da bilindiği gibi, laikleşme süreciyle sağlanmıştır. 1928’e kadar devletin dini İslam’dı.
Böyle bir zeminde barış nasıl sağlanabilecek? Kardeşlik, birliktelik nasıl mümkün olacak?!
Günümüzde TBMM’de Allah adına yemin bile edilemiyor. İslam hayatımızdan büyük ölçüde çıkartıldı.
Laik devletimiz İslam ve dindarlarla savaşmaktan ilerlemeye zaman bulamadı.
İnsan yeryüzünde imar ve ıslah/adalet için “halife” ismiyle şereflendirilmiştir ki, Allah adına O’nun nizamı, hükümleri uygulanarak barış, güven, mutluluk sağlanabilsin...
“Marufu emretmek”, “münkerden men etmek” görevi iktidar olmayı gerekli/zorunlu kılar. Şayet böyle bir iktidar yoksa o zaman bu görevi bir topluluğun yapması gerekir. (Al-i İmran) Yoksa toplum tehlikededir.
Hayırda, iyilikte yardım ve yarışmak emredilmiş, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmak yasaklanmıştır.
“İnsanların hayırlısı onlara hizmet edenlerdir.” (Hadis) Onun için insanların en üstünleri peygamberler olmuştur. Onlar tevhidin/adaletin/ıslahatın öncüleri olmuşlar. Zulümle/şirkle mücadele etmişlerdir. Onlar bu hizmetlere/adanmışlıklara karşılık dünyevi bir beklenti/amaç gütmemişler, ücretlerini Allah-u Teala’dan beklemişlerdir. Bu nedenle onlara en çok düşmanlık yapanlar, zamanın zalim kodamanları, tağutları olmuştur.
Şeriatlar, beş değerin (zaruret-i hamse) korunması, sağlanması için gönderilmiştir.
Cihat/adaletin ikamesi yapılmazsa (din, can, akıl, nesil ve mal) değerleri korunmazsa, zulüm yayılır. Bu nedenle İslam’la insanlar arasındaki engeller kaldırılmalıdır.
Aynı gemideyiz. Bana ne diyemeyiz. Batarsak birlikte batarız.
Bu nedenle umera ve ulemanın sorumlulukları büyüktür. “Biz nasılsak, bizim yöneticilerimiz öyledir.” “Haksızlıklar elle, dille önlenmeli. En azından buğz edilmelidir.”
İslam’dan o kadar uzaklaştık ki “Dicle kenarında bir kurt kapsa koyunu; gelir de adli ilahi Ömer’den sorar onu” anlayışında iken, ümmetin başına öyle kurtlar musallat oldu ki biz koyunlarını -düşmanlarımızın desteğini de alarak- yiyebilmektedirler. İslam’sız barış, adalet, saadet mümkün değildir. Vesselam.