Demokrasinin olmazsa olmazlarından muhalif basına, iktidarın kalemcileri de ihtiyaç duyar. Yokluğunda o görevi yapmaya çalışırlar arada bir ve zülfüyare dokundurmamaya çalışarak.

Bugün böyle bir yazıyı, “Partiden tanıdık bulma olimpiyatları” başlığı atılanı tahlile oturmadan önce, önemine binaen içinde Milli Şef geçen bir gazeteci anısını hatırlatma görevimizi yapalım. (Star gazetesi- Ömer Ekinci-19.09.2018)

CHP’nin 1950 hezimetinden sonraki bir gün, dediler ki, Ulus’a İsmet Paşa gelecek, sorduğunda herkesin evet demesi gerek. Çalışanlar gitsinler partiye üye olsunlar.

Biz iki arkadaş denileni yapmadık diyor anlatıcı gazeteci. İsmet Paşa gelip sorduğunda da sadece ikimiz parti üyesi olmadığımızı söyledik.

Amir pozisyonundaki büyüklerimiz, bizi de yaktınız telaşında iken, İsmet Paşa gayet sakin dedi ki: Ne güzel! Arkadaşlarınız üye oldukları için partimizi eleştiremezler ama, o görevi siz yapabilirsiniz. Dolayısıyla bizim de yanlışlarımızdan haberimiz olur.

Yanlışlarından haberli olmak değil, yanlışları olduğunu kabul etmeyen bir iktidar günlerini yaşadığımızın şuurunda olmamız dahi muhalif basına hasretimizden kaynaklıdır.

(İstanbul’da önemli bir ilçenin AK Parti İlçe Başkan Yardımcısı çocuğunu okul kaydına götürüyor.

Siyasi kimliğini söylemiyor ama iş insanı olduğu için okul müdürü odasına buyur ediyor. Odaya geçince okul müdürü başlıyor siyasi bir nutuk çekmeye, hükümetin politikalarını övmeye. Bunun üzerine ilçe başkan yardımcısı dayanamayıp, “Hocam, siyaseti dışarıda yapalım, burada yapmayalım” deyiveriyor.

Müdürden gelen cevap hayli ilginç, “Siz muhalif birisiniz zannedersem…”)

Anlatılanın sadece bu kısmı, üç türlü açıklar olayı. 17 yıllık AKP iktidarından sonra bugün bir okul müdürü böyle bir pozisyon almışsa, eski müdürlerin hepten yok olduklarının ispatıdır bu. O yokedilmelere onay verme pozisyonundaki ilçe başkan yardımcısının rahatsızlık duymasının gayri bir önemi yoktur.

Yenileşme işte böyle olmuştur, yeni müdür standardımıza verilen bu örneğin, alkışçı medya köşecilerini rahatsız etmesi ise geçicidir ve mesela 18’inci yılda alışmış olacaklardır.

Üçüncü ihtimal ise, kendilerini ve koltuklarını koruma içgüdüsünün, müdürleri ne hallere düçar ettiğini bize göstermeye yeter.

(Çok fazla sayıda mesaj geliyor, tanıdık-tanımadık çok sayıda genç: “Abi şu belediyede işe gireceğim, belediyedekiler “Git partiden tanıdık bul, işin çözülsün” diyorlar.

Ben de “Referans olarak beni ekle, numaramı yaz, ararlarsa referans veririm” dedim.)

Tanıdık bulma olimpiyatlarının sürekliliğinden şikayetçi yazarımız, iki arzusunu dile getirmiş burada.

Ey hükümet, okullara, partide tanıdık bulmanın yolları derslerini koyun. Yoksa bizim, sizi alkışlamaya az zamanımız olacak.

Arzulardan bir demetin ikincisi ise, iç sorunlarının dışa aksetmesidir: Ey beni önemsemeyenler, nasıl arandığımı öğrenin diye anlatıyorum bunları derken, şu cümlesiyle de kuvvetlendirir tezini: “Hükümeti destekleyen bir gazete yazdığım için etkim olur, sözümü dinlerler.”

Sözünü dinleten gazeteci olmak, çok mühim gazeteci olmaktır. Lakin günümüzde bu o kadar kolay değil. Mehmet Barlas üstad dahi zorlanırken yani.

Geçmiş siyasi hayatımızda da sözünü dinleten gazeteciler oldu. Milli Damat Metin Toker mesela. Fakat o gazeteci olduğu için değil, damat olduğu için dinletti sözünü. İnsanlar onu “Sahibinin Sesi” plaklarını dinler gibi dinlediler. Bu metodu denemelerinde fayda olabilir.

İşe ihtiyaç duyanların, belediyeleri bir arasan ne olur, isteklerine “Hayır” demesinin gerekçesi şu cümle imiş sayın yazarımızın: “Yakınlarını belediyeye yerleştiriyor, durumuna düşerdim.”

Düşmek diye anlatılanın, bu ülkede 15 Temmuz’dan sonra yaşanan bazı olaylara bir taş olmasını, revaçtaki şekille söylersek bir gönderme olmasını, sayın yazarımızın cesaretiyle orantılayabiliriz.

15 Temmuz’dan sonra üretilen “Kamyoncu Kadın” reklamının, yakınlarını işe yerleştirme garantili olmasında, ancak bugün rahatsızlık duymasının yansıması da sayılabilir bu durum.

Bir telefonla, isteyene iş bulma zevkini tatmin edenlerden, partiye gidin çalışın diye yol gösteren iştirak şirketi müdürlerine kadar çok şey yazdıklarını sanan sayın yazarlarımıza bir cümle de biz söyleyelim: Ara sıra böyle muhalif oluruz icabında veznindeki bu yazılarınız, sonra övüncünüz olacaktır. Ben demiştim ama, diyeceğiniz günlerde...

Bir cübbeli ve bir devşirme

Beyazıd-ı Bestami Hazretlerine, biri bir isteğini seslendirir: Hocam! Cübbenizi bir kerecik giyip çıkarmama izin verir misiniz?

Bu arzudaki, hazretin cübbesini giymiş insanın gururlanmasından ziyade, arınma yüklemini sezen Beyazıt-ı Bestami der ki: Tenimin içine girsen ne fayda!

Anlatımdaki eksik ve hataları bize malederek, protez kol öpme meselesine geldiğinde okuyanlarımız, yazılan ve yaşanan bu tartışmanın sebebini iki şıkka indirgerler.

Birincisi, olayı duyuran gazete tarafının, protez kol öpücü insanın bağlı olduğu cemaate duyduğu geleneksel ilgisinin, yine ve yeniden irinleşmesidir.

İkinci şık ise, iki aykırı taraftarın al gülüm ver gülüm hesabına oturmasıdır.

Refahyol’un yıktırılmasından sonra kurulan ANAP’lı Mesut Yılmaz iktidarında İçişleri Bakanı olan M.Başesgioğlu’nun emniyet teşkilatının mensuplarına, Çarşamba semtinde, o gün Aydın Doğan karteline bağlı gazete ve tv kanallarının kameraları eşliğinde şalvarlı, sakallı erkek ve çarşaflı kadın kovalatmasının zevkini, gururunu, heyecanını bir daha yaşamak istemenin kâğıda izdüşümü bugün ancak böyle olurdu, dememiz birinci şıkka girer.

O Mesut Yılmaz’ı iftar ziyafetlerinde başkonuk yapan AKP, M.Başesgioğlu’nu da uzun yıllar milletvekili ve bakan yaparak ödüllendirmiştir. Bu ödüllendirme yarışına MHP’nin de dahil olması ve AKP’nin tescil edilmiş itibar gösterileri maalesef bugünkü konumuza dahil değildir. Bahse konu gazetenin satılmış olmasını da isteyen istediği yere koyabilir.

Birinci Dünya Harbi’nde kolunu kaybetmiş bir gazi şeyhe özel yapılmış protez kolu öpmüş, nam-ı diğer Cübbeli Hoca.

Sebep, sonuç–niyet, hürmet izahından önce şu soru aklımıza gelir: O öpme olayı orda kalsaydı, görüntülenmese ve duyurulmasa idi, tansiyon eğrimiz habersiz insanlar rahatlığında olmayacak mı idi?

“Protezperestlik” üretimi eşliğinde olayı ilan edenin, ki bizim devşirme dediğimiz zattır o, yaptığı bu kartel tipi gazetecilikle “Gerçek İslam”ı anlatıyorum demesi ne kadar inandırıcı olur?

Cübbeli muhatap da inanmamış ve hesabı sosyal medya üzerinden görmüş: “Benim öptüğüm cansız ve zararsız bir protez kol idi. Senin öptüklerinden ise, Nişantaşı’na kadar tapınaklar dizilirdi.”

Birbirimizi konu ederek, birbirimizin ünlerine ün katalım şeklinde özetlenen bu al gülüm–ver gülüm hesabının geldiği bu nokta, gazete okuyucularından çok, istihbarat raporcularını ilgilendirir demek hakkımızı kullanarak, aktüelleştirilen bir olayı biz de böyle yazmış olalım.

ŞARBON VARDI AMA

Demokrasinin olmazsa olmazlarından muhalif basına, iktidarın kalemcileri de ihtiyaç duyar. Yokluğunda o görevi yapmaya çalışırlar arada bir ve zülfüyare dokundurmamaya çalışarak.

Bugün böyle bir yazıyı, "Partiden tanıdık bulma olimpiyatları" başlığı atılanı tahlile oturmadan önce, önemine binaen içinde Milli Şef geçen bir gazeteci anısını hatırlatma görevimizi yapalım.

CHP'nin 1950 hezimetinden sonraki bir gün, dediler ki, Ulus'a İsmet Paşa gelecek, sorduğunda herkesin evet demesi içingerek. Çalışmalar gitsinler partiye üye olsunlar.

Biz iki arkadaş denileni yapmadık diyor anlatıcı gazeteci. İsmet Paşa gelip sorduğunda da sadece ikimiz parti üyesi olmadığımızı söyledik.

Amir pozisyonundaki büyüklerimiz, bizi de yaktınız telaşında iken, İsmet Paşa gayet sakin dedi ki: Ne güzel! Arkadaşlarınız üye oldukları için partimizi eleştiremezler ama, o görevi siz yapabilirsiniz. Dolayısıyla bizim de yanlışlarımızdan haberimiz olur.

Yanlışlarından haberli olmak değil, yanlışları olduğunu kabul etmeyen bir iktidar günlerini yaşadığımızın şuurunda olmamız dahi muhalif basına hasretimizden kaynaklıdır.

İstanbul’da önemli bir ilçenin AK Parti İlçe Başkan Yardımcısı çocuğunu okul kaydına götürüyor.

Siyasi kimliğini söylemiyor ama iş insanı olduğu için okul müdürü odasına buyur ediyor. Odaya geçince okul müdürü başlıyor siyasi bir nutuk çekmeye, hükümetin politikalarını övmeye. Bunun üzerine ilçe başkan yardımcısı dayanamayıp, “Hocam, siyaseti dışarıda yapalım, burada yapmayalım” deyiveriyor.

Müdürden gelen cevap hayli ilginç, “Siz muhalif birisiniz zannedersem…”

Anlatılanın sadece bu kısmı, üç türlü açıklar olayı. 17 yıllık AKP iktidarından sonra bugün bir okul müdürü böyle bir pozisyon almışsa, eski müdürlerin hepten yok olduklarının ispatıdır bu. O yokedilmelere onay verme pozisyonundaki ilçe başkan yardımcısının rahatsızlık duymasının gayri bir önemi yoktur.

Yenileşme işte böyle olmuştur, yeni müdür standardımıza verilen bu örneğin, alkışçı medya köşecilerini rahatsız etmesi ise geçicidir ve mesela 18'inci yılda alışmış olacaklardır.

Üçüncü ihtimal ise, kendilerini ve koltuklarını koruma içgüdüsünün, müdürlerin ne hallere düçar olduklarını bize göstermeye yeter.

Çok fazla sayıda mesaj geliyor, tanıdık-tanımadık çok sayıda genç: “Abi şu belediyede işe gireceğim, belediyedekiler “Git partiden tanıdık bul, işin çözülsün” diyorlar.

Ben de “Referans olarak beni ekle, numaramı yaz, ararlarsa referans veririm” dedim.

Tanıdık bulma olimpiyatlarının sürekliliğinden şikayetçi yazarımız, iki arzusunu dile getirmiş burada.

Ey hükümet, okullara, partide tanıdık bulmanın yolları derslerini koyun. Yoksa bizim, sizi alkışlamaya az zamanımız olacak.

Arzulardan bir demetin ikincisi ise, iç sorunlarının dışa aksetmesidir: Ey beni önemsemeyenler, nasıl arandığımı öğrenin diye anlatıyorum bunları, derken, şu cümlesiyle de kuvvetlendirir tezini: "Hükümeti destekleyen bir gazete yazdığım için etkim olur, sözümü dinlerler."

Sözünü dinleten gazeteci olmak, çok mühim gazeteci olmaktır. Lakin günümüzde bu o kadar kolay değil. Mehmet Barlas üstad dahi zorlanırken yani.

Geçmiş siyasi hayatımızda da sözünü dinleten gazeteciler oldu. Milli Damat Metin Toker mesela. Fakat o gazeteci olduğu için değil, damat olduğu için dinletti sözünü. İnsanlar onu "Sahibinin Sesi" plaklarını dinler gibi dinlediler. Bu metodu denemelerinde fayda olabilir.

İşe ihtiyaç duyanların, belediyeleri bir arasan ne olur, isteklerine "Hayır" demesinin gerekçesi şu cümle imiş sayın yazarımızın: "Yakınlarını belediyeye yerleştiriyor, durumuna düşerdim."

Düşmek diye anlatılanın, bu ülkede 15 Temmuz'dan sonra yaşanan bazı olaylara bir taş olmasını, revaçtaki şekille söylersek bir gönderme olmasını, sayın yazarımızın cesaretiyle orantılayabiliriz.

15 Temmuz'dan sonra üretilen "Kamyoncu Kadın" reklamının, yakınlarını işe yerleştirme garantili olmasında, ancak bugün rahatsızlık duymasının yansıması da sayılabilir bu durum.

Bir telefonla, isteyene iş bulma zevkini tatmin edenlerden, partiye gidin çalışın diye yol gösteren iştirak şirketi müdürlerine kadar çok şey yazdıklarını sanan sayın yazarlarımıza bir cümle de biz söyleyelim: Ara sıra böyle muhalif oluruz icabında veznindeki bu yazılarınız, sonra övüncünüz olacaktır. Ben demiştim ama, diyeceğiniz günlerde...