İnsanın yaşı kimliğinde yazılı olan mıdır? Aborjinler önceki yıla göre bir şeyler üretebildilerse, olgunlaştılarsa o günü doğum günü gibi görür ve kutlarlardı. İki yaşında babasının olmadığını idrak etmiş, hissetmiş çocuk yaşıtlarından daha büyüktür artık. Dört yaşında akrabadan sevdiği bir büyüğünün ölümüne şahit olan çocuk artık dört yaşında değildir. Sekiz yaşında evinin olmadığını idrak eden çocuk için yaşıtlarına göre çoğu şey değişmiştir.

Daha net görmek için savaş gören çocuklara bakalım. Onlar artık çocuk mudur? Hangi el onlara balonun sıcaklığını, çikolatanın mutluluğunu, bisiklet sürmenin heyecanını verebilir? Hangi dil ona “sen çocuksun doya doya yaşa çocukluğunu” diyebilir? Onlar genç olduğunda gençliklerini yaşamalarını bekleyebilir miyiz? Bir ölü kaçmış gibi içlerine konuştukları zaman, yazdıkları zaman ya da yadırgayabilir miyiz? Renkleri göremeyen birisine “bak nasıl güzel kırmızı nasıl canlı mavi” demenin saçmalığından başka nedir ki bu? İyi hayatlar yaşayabilenlerin yaşayamayanlarla uğraşıp durmasının garipliğine daima hayret edeceğim. Zaaf avcıları etraflarını sıkıca gözlemleyip kusurları topluyorlar. Sonra erdemli bilinen, iyi bulunan kişilik sahibi insanları bu bulguları ile karalamaya kötülemeye yok etmeye çalışıyorlar. Aynı çabayı acaba niçin kendilerini geliştirmek zenginleştirmek için göstermiyorlar? Zenginleştirmek kelimesi ile bilgi ve donanımı ifade ediyoruz. Maddi bir zenginleşme değil elbette anlattığımız.

İnsan kendi penceresinden baktığı vakit çoğu şeyi yanlış görür. Kendisine göre eksiklik olan bir durum karşısındakine göre hafifliktir belki de. Hafiflik dediğimiz ise tüy gibi hafiflik. Ziynetler, taşınmaz mülkiyetler birer ağırlık değildir de nedir? Evliliğin getirdiği sorumluluklar, ev işleri, çocuk bakımı, aile düzeni ve geçimi insan için ekstra yüklerdir. Bu yükleri omuzlayanları görüyoruz. Ne kadar başarılı olabildiklerini de. Ayrıca bunun da bir kader olduğunu idrak etmekte niçin geri planı seçmekteyiz? İnsan için iyi ve kötünün ne olduğunu kimse bilemez. Bilen Rabbimiz hepimize uygun nitelikte fazla yük yüklemeden bir kader yazmıştır. Biz bu kadere rıza göstermiş yaşarken ellere nesi? Sana hoşnutsuzluk veren şey herkese hoşnutsuzluk verecek değildir. Sen tek tip bir toplumun bireyi değilsin. Kimsenin prototipi de değilsin. Leyla dedimse şu bizim gerçek Leyla dememiş mi Sezai Karakoç. Neden böyle demiş? Londra’nın ortasında bırakılacak olan Leyla bizim gerçek Leyla. Yani değil midir ki Fuzuli’nin ya da Nizami’nin değil bizim Leyla. Leyla’nın nasıl prototipi yoksa senin de yoktur. Özgesin teksin biriciksin. Varlığın seninle anlamlı. Düşünce eksenin sana ait. Yazdıkların senin kelimelerin. Bir başkası senin anlattığını anlatsa o yeni bir şeydir artık. Çünkü kelimeler onun. Senin değil. Artık onunla şekillenmiş yeni bir metin var.

Şiir, şarkı ya da sözler birbirinin tekrarı değildir fakat duygular birbirinin tekrarıdır. Aşk, acı, ölüm, ayrılık, neşe, hüzün. Duygular aynı değişen ise bakışımızdır. “Gerçek denen bir sahte peygambere inanmışsınız” der Güray Süngü’nün bir novellasında zamanın bekçisi. Bunu ben okuduğumda “sahte bir peygamber varmış” sanırım. Fakat zamanın bekçisinin dediği “gerçek, hayalin karşısına çıkarılınca insanı peşinden peygamber gibi sürükler”dir. Bu farklılık doğaldır çünkü baktığımız yer, okuduğumuz an, birikimler ve düşünce ekseni farklıdır. Bu farklılık en iyi şiirde görülür. Şiir şairden çıktıktan sonra kalpten kalbe göre şekillenir farklı manalara bürünür. Sezai Karakoç, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine şiirini İstanbul için yazmıştır fakat onu okuyanların çoğu bir naat zanneder. Çocukluğumda (sekiz ya da dokuz yaşlarımdayken) o şiiri radyoda dinlediğimde Allah’a yazılmış sanmıştım. “senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır” mısraını duyunca öyle olmadığını anlamıştım. Yine de o şiirin çoğu mısraını ben okuyunca hatırıma Allah gelir.

Hâsılı kelimelerin bekçisi yoktur, sandıkları, kilitleri yoktur. Kelimeler özgürdür, bizimdir. O halde bir yaşlının elinden mi çıkmış yoksa gencin mi anlamak nasıl mümkün olabilir? Belki bir genç fakat savaş mağduru. O halde genç değil. Belki bir ihtiyar ama ilk gençliğindeki aşkını tekrar gördü. O da artık yaşlı değil. Diyebilir miyiz: İnsanın yaşını duyguları belirler kafa kâğıdı değil.