Kerbela, Hz. Hüseyin efendimizin şehadetle neticelenen kıyamının son bulduğu noktadır. Hz. Hüseyin’in (R.A.) kıyama kalkışmasının birçok haklı nedenleri vardır. Her şeyden önce kendisi Yezid’e biat etmiş değildi. Müminlerin halifesi olmaya en layık olan da kendisiydi. Bundan dolayı da başta Kufe ve Basra halkı olmak üzere birçok bölgeden ileri gelen şahıslar kendisini hilafeti ele alması için teşvik ediyorlar ve destek vaadinde bulunuyorlardı.
Diğer taraftan Yezid’in idaresi Hz. Hüseyin’e biat ettirmeden hayat hakkı tanımayacağını hissettiriyordu. Nitekim kendisini Kufe’ye gitmekten vazgeçirip Mekke-i Mükerreme’de kalmasını isteyenlere şu cevabı vermiştir: “Benim şu veya bu yerlerde öldürülmem, benim açımdan Mekke’de öldürülerek buranın kutsallığının ihlal edilmesinden daha sevimlidir.”
Hz. Hüseyin’in (R.A.) Yezid yönetimine karşı kıyam ederken merkez üs olarak Kûfe’yi seçmesi rastgele verilen bir karar değildir. Aksine ısrarlı çağrılar sonucu alınan bir karardır. Nitekim kendisi Irak’a doğru hareket etmeden önce amcaoğlu Müslim b. Akil’i Kufe’ye göndererek durumu tahkik etmiş ve Kufe halkı da Müslim b. Akil’i hararetle karşılayarak 12.000 kişi hemen ilk anda biat etmiştir. Neticede Hz. Hüseyin (R.A.) maiyetiyle birlikte Kufe’ye doğru harekete geçmiş ve Kerbala’ya ulaştığında çölün ortasında durdurulmuş ve tam on gün boyunca bütün Ehl-i Beyt mensupları ile birlikte aç ve susuz bırakıldıktan sonra 10 Muharrem günü kahramanca bir direnişin ardından şehit olmuştur.
Burada cereyan eden hadiselerin en ibretlik yanlarından birisi kendisini suya bırakmayan Yezid’in askerlerinin Hz. Hüseyin efendimizin arkasında saf tutup namaz kılmaları, namaz bittikten sonra da karşısına geçip savaşmalarıdır. Yine calib-i dikkat olaylardan birisi de Basra’dan Horasan tarafına cihat etmek için çıkan ve Basra valisi melun İbni Ziyad tarafından yönü değiştirilerek Hz. Hüseyin üzerine gönderilen ordu ve ordu komutanı Ömer b. Sa’d’dır.
Bu şahıs, cennetle müjdelenen sahabelerden Sa’d b. Ebi Vakkas’ın (R.A.) oğludur. Bu ordu teşkil edilirken Horasan bölgesinde hudutlarda düşmanla çarpışmak yani cihat etmek için harekete geçmiş ama Hz. Fatıma annemizin ciğer paresinin ve birçok Ehl-i Beyt mensubunun katili olarak geri dönmüştür.
Bu çok hazin bir tablodur. Demek ki dünya hırsı neler yaptırmaya muktedirdir. Ordu komutanı Ömer İbni Sa’d’ın Medine sokaklarında beraberce oynadıkları, beraberce büyüdükleri, Allah Resulünün hakkında, “Cennet gençlerinin efendisidir” (Tirmizi,3768) buyurduğu torununu katlettiriyor. Bu ihanet bize kutsal kan olmadığını, herkesin ensesinde şeytanın hazır ve nazır beklediğini bir kez daha gösteriyor. Cenab-ı Hak ayaklarımızı kaydırmasın. Kerbela hadisesi değerlendirilirken dikkatlerden kaçırılan bir husus vardır ki o da son yıllarda devlet erkânında sırf politik endişelerle, oy kaygısıyla iştirak etmeye başladığı Aşure Günü olaylarıdır.
Şiiler, maalesef bu olayı istismar ederek dinle alakası olamayan şeylerin türetilmesine alet etmişlerdir. Şia, bu olaya aşırı derece de anlamlar yükleyerek saptırmış ve siyasi ve dini bir simge haline getirerek ayrışma unsuru olarak kullanmıştır. Örneğin Şii Büreyhoğulları Devleti hicri 352’de (m. 963) de Aşure Günü Bağdat halkı için ağlama ve yas tutma günü ilan etmiş, çarşı ve pazarların açılmasını yasaklamıştır. İbni Kesir’de Büreyhoğulları’nın yaptığı İslam’a aykırı şeyleri sıralamıştır.
O günlerden günümüze geldiğimizde yine aynı şeylerin, İslam dışı bir takım kutlamaların yapıldığını maalesef müşahede ediyoruz. İnsanların zincirlerle kendilerine işkence etmesi, acı tattırması bir ulvilik değil bir sapkınlıktır. Hz. Hüseyin efendimiz bütün bu yapılanlardan uzaktır, beridir. Nitekim Allah Resulü (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Yanaklarını döven, yakalarını yırtan ve cahiliye davasıyla ortaya çıkanlar bizden değildir” (Buhari, 1294). “Ben, yaygaracı, saçını yolan ve elbisesini, yakasını-paçasını yırtan kadınlardan beriyim/uzağım” (Müslim).
Şii âlimlerin birçoğu da bugün Kerbela şehitlerini anma törenlerinde görülen manzaraları İslam’a aykırı bulmuşlardır. Örneğin Muhammed Bakır el-Meclisi: “Ağıtçılık cahiliye işidir” demiştir.
İbni Kesir bu hususu şöyle toparlıyor: “Bu olay sebebiyle elbette ki her Müslüman’ın üzülmesi gerekir ve bu doğaldır. Zira şehit edilen Hz. Hüseyin, Müslümanların önderlerinden, seyitlerinden ve sahabenin fakihlerindendir. Ayrıca da Allah Resulü’nün en faziletli kızı Hz. Fatma’nın (R.A.) da oğludur. Ancak Şia’nın yaptıkları gibi yapmak da doğru değildir.” Peki, Şiiler neden sadece Hz. Hüseyin efendimize ağıt yakmakla yetiniyorlar? Oysa onun babası Hz. Ali (R.A.) de Ramazan ayının yirmiyedinci günü bir Cuma sabahı sabah namazına giderken (h: 40-m: 660) şehit edilmiştir. Aynı şekilde Hz. Ömer (R.A.) de mihrapta namaz kılarken şehit edilmiştir. Yine Hz. Osman (R.A.) Zilhicce ayının teşrik günlerinde (h:36-m:656) şehit edilmiştir. Peki Şiiler neden Hz. Hüseyin’den (R.A.) daha faziletli olan babası Hz. Ali’nin (R.A.) şehadet yıldönümünü matem günü olarak ilan etmezler?! Yine Hz. Hüseyin’den de babasından da daha faziletli olan Hz. Osman’ın şehadet yıldönümünü matem günü olarak ilan etmezler?! Yine her üçünden de daha faziletli olan Ömer Faruk efendimizin vefatını matem günü olarak ilan etmezler?!
Hz. Hüseyin efendimizin kıyamını anlamak ve O’nun duruşu gibi bir duruş göstererek dinin tağyir ve tahriften korunması için gayret göstermek Hüseyni duruşun özüdür. Çağdaş zalimlerin binlerce Müslüman’ı katletmesine sırf siyasi ve mezhebi endişelerle ses çıkarmamak, onun da ötesinde tam destek vermek ve hatta bizzat katliamcı olmak sonra da Kerbela şehitleri için mersiyeler düzmek herhalde dünyada görülecek en utanmaz bir tavırdır. Gerisi laf-ü güzaftır. Şehadetin kutlu olsun ey cennet gençlerinin efendisi.