14 Ekim Pazartesi ve Zilhicce ayının dokuzu, Arefe günü. Bugün hacı adayları Arafat’ta.
Arafat: Mekke-i Mükerreme’nin yaklaşık 25 km. güneydoğusunda, yaya 6 saat mesafede, ova görünümünde düz bir bölgenin adıdır. Doğu, kuzey ve güneyi dağlarla çevrilidir.
Arafat, Cenab-ı Hakkın “Tevvab = Tövbeleri çok kabul eden” sıfatının tecelli ettiği yerdir. Hz.Adem (A.S.) ile Hz.Havva’nın cennetten indirildikten sonra buluştukları yere “Arafat”, buluştukları ve birbirlerini tanıdıkları güne “arefe” denilmiştir.
ALLAH Teâlâ’nın Hz.Âdem (A.S.)ın tövbesini kabul etmesinin bir işareti olarak ilk anne ve babamızın burada buluşmaları, onların çocukları olarak bizler için çok anlamlı bir hatıradır. Bundan başka Hz.İbrahim (A.S.)ın ve oğlu Hz.İsmail (A.S.)ın da burada nice hatıraları vardır.
Cebrail (A.S.)ın Hz.İbrahim (A.S.)a haccın nerede ve nasıl yapılacağını öğretirken Arafat’a geldiklerinde O’na:
“Arefte = anladın mı, tanıdın mı ” diye sorması, O’nun da:
“Areftü = anladım, tanıdım.” demesinden dolayı buraya Arafat denildiği kaynaklarda zikredilmektedir. Ayrıca dünyanın dört bir yanından hacca gelen insanlar, ataları Hz.Âdem (A.S.) ile Hz. Havva’nın yaptıkları gibi burada birbirleriyle görüşüp tanışmaktadırlar. Zaten Arafat kelimesi sözlükte: Bilme, anlama ve tanıma anlamlarındaki “arefe” kökünden türemiştir.
Arafat kelimesinin tanımak mânasına gelen marifet’ten; itiraf’tan ve güzel koku mânasına arf’ten geldiği de söylenmiştir. Bu ihtimallerin her biri, Arafat dağının bir hasletini, ehemmiyetini belirtme sadedinde hakkında vâki olan tavsifleri te’yid eder.
Dünyanın her tarafından gelen hacılar, burada topluca bir araya gelerek birbirleriyle görüşüp tanışırlar. Hacılar burada vakfe ile, ALLAH Teâlâ’nın rububiyet ve celâlini tanıyıp kendi acz ve zaaflarını, meskenet ve hakirliklerini itirâf ederler. Günahlarını itiraf ederek ALLAH Teâlâ’dan af dilemeleri, makbûl olan tevbeleri, istiğfar ve duaları sonunda geçmiş günah kirlerinden temizlenerek, cennete lâyık, “arf” isimli ALLAH Teâlâ katında mânevî, güzel kokular kazanmaktadırlar.
Şu halde ALLAH Teâlâ’nın, bir lütuf olarak bu vasıflarla mümtaz kıldığı bu mübarek beldeye Arafat denmesi, bütün bu manaları taşımasındandır.
Arafat, Hıll bölgesinde Harem sınırları dışında kalır. Harem sınırı ile Arafat arasında Urene vadisi, Arafat’ın ortasında “Cebel-i Rahme”, batısında Nemire Mescidi vardır. Bu mescidin güney kısmı, Arafat bölgesinin dışında kalır. Günümüzde Arafat, ağaçlandırılmış ve dokuz oto yol ile Müzdelife’ye bağlanmıştır.
Vakfe: Belirli bir yerde, kısa da olsa bir süre durmak, kalmak demektir.
Arafat vakfesi: Haccın en büyük, en önemli rüknüdür ki, hac yapma niyetiyle ihrama girmiş olan bir kimsenin Zilhicce ayının 9. günü zevalden sonra Arafat sınırları içinde bir müddet durması, kalması, bulunması demektir. Arafat vakfesi yapılmadan hac ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Çünkü Abdurrahman b. Ya’mer (R.A.)den rivayete göre Resûlul-lah (S.A.V.) Efendimiz:
“Hac, Arafat’tır.” buyurmuştur.
Hz. Aişe (R.Anhâ) anlatıyor: Cahiliye devrinde Kureyşliler ve onlara uyanlar, kendilerini diğer araplara nazaran üstün gördükleri için, üstünlük alâmeti olarak Arafat’a kadar gitmezler, Müzdelife’de kalıp Müzdelife’de vakfe yaparlar, Harem ehli oldukları gerekçesiyle: “Biz ALLAH Teâlâ’nın Harem’inden dışarı çıkmayız” deyip Arafat vakfesi yapmazlardı ve kendilerine hums derlerdi.
Hums: Lügat olarak sıkı bağlılık, sağlamlılık mânasında bir kelimedir. Kureyş kabilesi, kendilerini daha dindar, dinlerine daha sağlam bağlı kabul ettikleri için kendilerine hums demişlerdir.
Diğer Araplar ise Arafat’ta vakfe yapıyorlardı. İslâm dini gelince, Cenâb-ı Hak, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimize Arafat’a gidip orada vakfe yapmalarını, sonra da oradan topluca ayrılmalarını kesin olarak emretti.