Türkiye Ekonomisinin küresel düzeyde en kırılganlardan

biri olduğu kanaati giderek güçleniyor. Fakat bu kavramın ne anlama geldiği

üzerinde yeterince durulmuyor. Her kesim bu kavrama kendi çıkarına uygun

anlamlar yüklemeye veya bu durumu görmezden gelmeye çalışıyor. Hal böyle olunca

kafalar karışıyor, gerçek durumu algılamak zorlaşıyor. Kırılgan olmak değişmesi

muhtemel olan koşullara mevcut durumunu koruyarak uyum sağlayamamak, sonu belli

olmayan bir istikrarsızlık dalgası ile tanışmak zorunda kalmak anlamındadır.

Yapısal olarak çok sorunlu olunması ve sistemden yana olanlar ile geniş halk

kitlelerinden yana olanlar arasındaki çıkar çatışmasının büyümesi demektir. Bu

koşullarda sormak gerekiyor. Türkiye, aşırı kırılgan mıdır yoksa değil midir

Yasaklarla kırılganlık azaltılabilir mi

İlk soruya yanıt vererek başlayalım ve açıklayalım:

Türkiye ekonomisi aşırı kırılgandır, değişen koşullara mevcut durumu koruyarak

uyum sağlama yeteneği yoktur; büyüme yapısı sürdürülebilir değildir, yeterli ve

gerekli yabancı kaynak girişine aşırı bağımlıdır. Yasakların devreye girmesi

içine düşülen çaresizliğin itirafı anlamındadır. Bu olumsuzluğun sorumlusu ise

2003 sonrasında ülkeyi yönetenlerde, benimsedikleri politikalarda aranmalıdır.

Yaklaşık bir yıldır ülkemize gelen yabancı sermaye girişi

yeterli ve gerekli düzeyin altında kalmış, bunun sonucu olarak para ve kredi

akışkanlığı azalmış, döviz kuru ve faizler yükselmiştir. Durum böyle olunca

ekonomiye ilişkin beklentiler olumsuzlaşmış, kırılganlık ve istikrarsızlık

algılaması güçlenmiştir. Ekonomi durgunlaşırken nakit sıkışıklığı artmış,

işsizlik ve enflasyona ilişkin olumsuz baskılar güçlenmiştir; hem sistemin hem

de halkın ihtiyaçlarının karşılanabilmeye devam etmesi olasılığı büyük bir

hızla gerilemiştir. Siyasi iradenin kendi bünyesindeki görüş ayrılıklarını ve

çıkar çatışmalarını, iş dünyası ve medyadaki suskunluğun sebeplerini burada

aramak daha gerçekçi olabilir. Belli ki artan kırılganlık bir çeşit akıl

tutulması yaratıyor ve korku büyüdükçe devreye giren yanlış tercihler nedeniyle

geleceğimizdeki ipotek büyüyor.

Gerek küresel koşullar, gerekse ülkemizde benimsenen ve

bugünün ihtiyaçlarını karşılayamayan yanlış politikalar faaliyet gelirlerinin

erimesini önleyemiyor. Faaliyet dışı gelir zorlaması günü kurtarmak pahasına

kırılganlığı ve güvensizliği arttırıyor. Bu duruma düştükten sonra iş dünyası

ve siyasi iradeden gelen faizlerin düşürülmesi baskısının yapıcı değil yıkıcı

olması ihtimali güçleniyor. Bireysel bazda her 100 kişiden 60 ı borçlu ve

satınalma güçleri eriyor iken, bu ülkede tasarrufların arttırılabilmesi mümkün

müdür Ekonomi daralmadan, işsizlik ve enflasyon artmadan cari açığın küçülmesi

olası mıdır Azalan bütçe gelirlerine rağmen kamu harcamalarını arttırıp açığı

büyüterek mevcut durum korunabilir mi Bazıları demagoji yaparak bu sorulara

olumlu yanıt üretmeye çalışabilir, fakat gerçeklerden, başka bir deyişle

halktan ve Hak tan yana olanların onlarla aynı çizgide buluşmaları mümkün

olamaz.

Aşırı kırılgan bir ekonomide siyasi iradenin hem halktan

yana hem de sistemden yana olabilmesi mümkün değildir. Otoriterleşerek bu

açmazdan çıkılamaz ve kırılganlığın artması önlenemez. Geniş kesimlerin

ekonomik durumundaki gidişat küresel sermaye, iş dünyası ve siyasi iradenin

yanlış yolda olduğuna işaret etmektedir. Değişen koşullar çıkar çatışması

içindeki kesimlerin uzlaşarak orta bir yol bulma şansını sıfırlayalı çok

olmuştur. Bu nedenle 2008 deki küresel krizden bu yana bocalıyoruz, fakat

eskinin kötü alışkanlıklarından vazgeçemiyoruz.

Yerkürenin en güçlü ekonomileri bile değişen koşullara

teslim olmak zorunda kalırken, ülkemizdeki etkili ve yetkili kesimlerin tüm

umudunun tam aksi yöne bağımlı oluşu kabul edilmesi zor bir itiraftır