Hükümet içinden bir isim var ki, bir bakıyorsunuz hükümetin tüm yanlışlarını bile savunurken, bir de bakmışsınız bir anda çok önemli tespitler ve eleştiriler yapıyor, çok kritik mesajlar veriyor. Mevcut politika yanlışlarını, mevcut riskleri, adeta bir muhalif edasıyla ifade ettiği de oluyor, iktidarın fiyaskolarını başarı gibi takdim ettiği de… Şunu da teslim etmeli; bir muhalif edasıyla yaptığı tespitler gayet yerinde, değerlendirmeleri adeta bir nokta atışı hassasiyetinde. Tabii, eleştirdiği politikaların uygulayıcısı olup, araba duvara doğru giderken bu eleştirileri yapması ne kadar anlamlı, o da tartışmalı.

Bu isim Ali Babacan. Yeri geldiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dahi ekonomi politikaları anlamında direnmiş bir isim. Yanlışları, eksikleri tereddütsüz söylüyor, ancak baştan beri uygulanan ve Türkiye’yi aşırı şekilde dışarıya bağımlı hale getiren ve üretim yerine tüketimi önceleyen yanlış politikalara mı, yoksa birtakım detaylara mı karşı olduğunu anlamak güç.

İnşaat odaklı ve üretimsiz yapay büyümeye karşı sesini yükseltmiş olan Babacan, geçen Eylül’de “inşaatta dikey büyümeye son verilerek sanayi odaklı büyümeye geçilmesi gerek” diyordu. Babacan, geçtiğimiz günlerde de, “Sanayide kazanmadan, dışarıdan borçlanarak lüks mekânlarda yaşamak, çalışmak, alışveriş yapmak sürdürülemez” demişti. Bu sözler, bir bakıma, “İnşaat sektörünün olmadığı bir ülke bitmiş demektir” diyen Cumhurbaşkanına üstü kapalı bir yanıt idi.

Babacan, hükümet içerisinden değil de bağımsız bir ekonomistmiş gibi doğru tespitlerine devam ediyor. Cari açıkla beraber döviz kaybettiğimizi, bunu da yurtdışı finansmanla telafi ettiğimizi söyleyen Babacan, Türkiye’nin tasarruflarının mevcut refah seviyesini sürdürmeye yetmediğini belirtiyor ve çok çarpıcı bir ifade kullanıyor: “Kısa vadede döviz girişini sağlamamız gerek. Yoksa bırakın büyümeyi mevcut refah seviyemizi bile kaybedebiliriz!” Türkçesi; dışarıdan para girmezse, bırakın büyümeyi falan, çarkları dahi çeviremeyiz.

Bu doğru tespitleri yapan Babacan, bu sözlerinden sonra “neden muhalefetin asgari ücret vaatlerine tepki göstermiyorsunuz” diyerek işveren örgütlerini, “siyasi istikrar bozulursa ekonoik darboğaz olur” diyerek de vatandaşı tehdit edebiliyor. Neymiş; siyasi istikrar (yani AKP) olmazsa cari açığı finanse edecek dış kaynak gelmezmiş! Yani, istikrardan kastettikleri dışarıdan para gelmesini sağlamakmış buradan anlaşılan!

Bir yanda objektif değerlendirmelerin ve doğru bildiğinin peşinde giden bir görüntü çizerken, bir anda iktidarın o bildik hoyrat ve “haklılığını güçlü olmasına bağlayan” tavrına kayıveriyor. Bu çelişkili gibi görünen hali acaba kendisine yakıştırıyor mu

Bir de şöyle bir durum var. Hükümetin ekonomi yönetimi konusundaki nisbeten akil adamı olan Sayın Babacan, “Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına giriyoruz” ve “500 milyar dolar ihracat” ifadelerindeki halkı aldatmayı içine sindirebiliyor mu Bunların olamayacağını Babacan kendisi de söyledi. Zaten bugüne dair değil, hedef olarak söylenmiş ifadeler. Bunları sanki bugün oluyormuş gibi yazmayı Sayın Babacan, doğru buluyor mu

Sözün özü, iktidarın ekonomik söylemlerini, iddialı sloganlarını, seçime dönük vaatlerini bir kenara bırakalım. Meydanda olan gerçek, Babacan’ın sözlerinde saklı: “Döviz girmezse bırakın büyümeyi mevcut refah seviyesini bile koruyamayız!” Durum budur!