Bir ülkenin dış politikada etkin ve güçlü olması,

geleceğe daha güvenle bakmasının ana unsurudur. O yüzden çok dikkatle

yürütülmesi ve takip edilmesi gereken bir alandır. Çoğu zaman şu veya bu

devletin 50 hatta 100 yıllık plan ve programı olduğu, bizim de böyle bir

vizyona sahip olmadığımız tarzında eleştiriler dile getirilir. Kendi tarihi

müktesebatı ve kültürel kodlarıyla uyumlu olan her bir devlet, bu tür öngörü ve

planlarla yol alabilir. Ancak kendi içinde sürekli çatışma yaşayan, kendisiyle

barışık olmayan bir devlet, her daim dış saldırıların kolayca etkileyebileceği

bir yapıya dönüşür.

Öylesine bir coğrafyada yaşıyoruz ki, ne tam bir batılı

ne de tam bir doğuluyuz. Bir imparatorluk bakiyesi oluşumuz, medeniyetlerin

geçiş hattında bulunuyor olmamız doğru bir şekilde kullanılırsa önemli bir

avantajdır. Ancak biz bugün bu gücü kullanmaktan uzağız. Batıya eklemlenen bir

dış politika ile yol almaya çalışıyoruz. Reel Politika ya olan uyum ve itaat,

başlı başına en büyük sorunumuzdur.

Dış politikada din, dil, ırk, tarih, kültür birlikteliği

önemlidir. Ancak bu ortak zeminler ekonomi ile desteklenmezse, sağlıklı ve

kalıcı bir sonucun ortaya çıkması mümkün olmaz.

Örneğin, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, ülkemizde

oluşan hava; şimdi bütün Türki Cumhuriyetler peşimize takılacaklar, çünkü hepsi

bizimle bir araya gelmek için can atıyorlar şeklindeydi. Hatta Adriyatik ve Çin

Seddi birbirine bağlanacak diyenler oldu. Bunu söyleyenler, böylesine büyük bir

beklenti içindeydiler ama olmadı. Neden Çünkü 70 yıllık komünizm döneminin o

toplumlarda ne gibi tahribatlar yaptığı doğru bir şekilde analiz edilemedi.

Aradan bu kadar yıl geçtikten sonra hâlâ bu hedefe ulaşılamamışsa, bu olaya

sadece duygusal açıdan yaklaşıldığını gösterir. Bileşenleri doğru tespit edip,

o bölgeyle buna göre bir ilişki geliştirmek zorundayız. Aksi halde hayal

kırıklıkları dış politikanın ayrılmaz bir parçası olur.

Diğer taraftan Türkiye Kıbrıs konusunda bugün tam bir

tuzağa dönüşmüş durumdadır. 2004 Annan Referandumu na giderken, Türkiye nin

tezi; masadan kaçan taraf olmamak ve kazan-kazan politikası üzerine adım

atmaktı. Bugün itibari ile Kıbrıs büyük oranda AB ile bütünleşir konuma

getirilmiştir. Güney Kıbrıs, Yunanistan, İngiltere, AB KKTC üzerinde

Türkiye den daha etkin bir duruma gelmiştir. Özellikle 2004 sonrası uygulanan

yanlış stratejiler, bugünleri hazırlamış, zihni kopuşu beraberinde getirmiş ve

Kıbrıslı Türkleri fiilen ayrılık noktasına taşımıştır. Bu durum da diplomatik

bir başarısızlığın sonucudur.

Bugün İslam ülkeleri ile ilişkilerin de aslında, Orta

Asya gibi değerlendirilmesi gerekir. Aynı Orta Asya Türk devletlerinde olduğu

gibi herkesin bizimle işbirliği yapmak için hazır olduğu anlayışı yanlış bir

bakış olur. İşte D-8 gibi birliktelikler, ortak alanların, ekonomi ve siyasi açıdan

doğru bir hedefe taşınması için oluşturulmuştur.

Suriye meselesini çok konuştuk, yazdık. Net bir soru

sorayım. Bugün itibari ile Türkiye nin Suriye politikasını bilen bir yetkili

var mı Şöyle olursa böyle olur veya B, C, D planlarımız şunlardır diyebileceğimiz

bir yol haritası var mı Bu bilinmezlik ise bizleri tedirgin etmeye yetiyor. Bu

sonuç diplomatik bir öngörüsüzlük sonucudur.

Evet, diplomasi sonuç alma sanatıdır. Türkiye son

yıllarda diplomasi alanında hangi başarıları elde edebilmiştir

Ortadoğu yu BOP a teslim eden, Kıbrıs ta çözüm adına

yanlış adımlar atan, AB Bakanlığı ile tam gaz Avrupa ya teslim olan, ABD ve

NATO ile tek taraflı bağımlılık ilişkisini yürüten, bölgesel ve küresel

gerçekleri doğru okuyamayan bir anlayış, bırakın 10, 20 yılı yarını bile

planlayamaz.

Çok boyutlu bir diplomasi yürütmek şarttır. Bir devlet

aklını kiraya vermemelidir. Bölgesel ve küresel güç olma iddiası, ancak ve

ancak sonuç almaya dönük bir diplomasi bakışıyla olabilir.