İslâm âlimi, dava insanı kıymetli hocamız Mahmud Ustaosmanoğlu’nun vefat haberini öğrendiğimde yüreğimden bir parçanın koptuğunu hissettim ve tarifsiz bir acı yaşadım. Rahmetli hocamızı tanıdığımda 16 yaşındaydım ve İsmailağa Camii’nin hemen karşısında ikamet etmekteydim. Cuma günleri hanımlar için yaptığı sohbetlerine katılır, ilminden istifade ederdim. Güven veren bir yaklaşımı olurdu hocamızın, sesini hiç yükseltmez, sabrından hiç ödün vermez, sorulan her türlü soruyu anlayışla karşılar ve cevap verirdi. Hayatımın en zor günleriydi ve başımı hangi yöne çevirsem yalnızlığın izleri ile karşılaşıyordum. Bu sancılı süreçte onun sohbetine düzenli şekilde devam etmiş ve yaralarımı sarmayı öğrenmiştim.

Dindar kesimin vesayet sisteminin postalları altında ezildiği dönemleri hatırlarsınız… Devletin bütün kurum ve kuruluşlarını dindarlar aleyhine koşullandıran otoriter sistem, dini sembolize eden her şeyi suç olarak görüyor ve dindarlar üzerinde yoğun baskılar uyguluyordu. Okuldan atılan başörtülü öğrenciler, evlere, kurslara, iş yerlerine yapılan baskınlar,  işkenceye maruz kalıp ruh sağlığını kaybedenler hepimizi derinden sarsıyordu ve bitmek bilmeyen baskılara karşı direncimizi korumaya çalışıyorduk. Okuldan atılan başörtülü öğrenciler aileleri ile çatışıyor ve medreselere, kurslara, yurtlara sığınarak bu süreci atlatmaya çalışıyorlardı.

Hoca efendinin emek verdiği medreselerin kapıları ilmi talep eden herkese açıktı. Nitekim dindarların ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü bir dönemde boşluğa düşen bir çok öğrenci ağırlıklı olarak Fatih’te yer alan bu kurumlara sığınmış ve ilmi çalışmalara dahil olmuşlardı. Geleneksel usullere uygun şekilde işleyen medreselerde öğrenciler sadece ilmi alanda kendilerini geliştirmiyor bunun yanında sünnete uygun bir davranış modeli benimsiyor ve bu modeli kalıcı hale getiriyordu. Rahmetli hocamız bu sancılı süreçte naif, yapıcı ve kucaklayıcı üslubu ile kalplerimize dokunmuş ve güven telkin etmiş bir şahsiyetti. Kendisi Cuma namazından sonra ilminden istifade etmek için gelen kişileri sabırla dinler, sorulan sorulara cevap verir ve tavsiyelerde bulunurdu. Kıymetli büyüğümüz oldukça naif, sabırlı ve şefkatli bir mizaca sahipti ve insanın sınırlarını zorlayan sorular karşısında dahi duruşundan hiç ödün vermez ve anlayışla karşılardı. O, bu yönüyle azarlayan, aşağılayan, korkutan hoca prototipinden ayrılıyor ve merhameti ile hepimizi kucaklıyordu.

Cuma günleri Hoca efendinin sohbetine yetişebilmek için erkenden çıkar ve o manevi atmosferi soluma fırsatı bulurdum. Nitekim vakit ilerlediğinde içeride bir insan seli oluşur,  fıkhi meselelerden ailesel sorunlara kadar her konuda sorular sorulur ve verilen cevaplardan hepimiz nasibimizi alırdık.

16 yaş, genç bireyin kendisini tanımaya ve kişiliğinin yapıtaşlarını oluşturmaya çalıştığı kritik bir süreçtir. Bu dönem genç, değer verdiği erişkinlerin tutum ve davranışlarından etkilenir ve model arayışı içinde olur. Fakat ne yazık ki o dönem laik zorbaların ağır baskılarına maruz kalan ablalarımızın, ağabeylerimizin tepkisel ve çatışmacı bir iletişim diline sahip olduklarını ve birbirlerinin küçük hatalarına dahi tahammül göstermeyip günahkâr olmakla suçladıklarını hatırlıyorum. Cuma günleri rutin olarak sohbetlerine katıldığım değerli büyüğümüz ise tahammül sınırlarını aşacak sorular karşısında dahi sesini yükseltmez, ciddiyetle cevap verirdi. Oldukça sakin bir yapıya sahipti hocamız, herkese, hepimize anlayışla yaklaşır ve konuşurken incitmemeye özen gösterirdi. Kapısı herkese açıktı ve kimseyi yargılamaz, Allah’ın rahmetini hatırlatırdı. Onu dinlediğimde korkularım dağılır ve Allah’ın kullarını şefkatle kuşattığını bütün benliğimde hissederdim.

Hiç unutmam, bir gün bir hanım Cuma namazı çıkışı önüne geçerek, “Sen bir cemaatin liderisin, beni evlendirmek zorundasın, bu senin görevin” demiş ve son derece sert bir üslupla çıkışmıştı. Kadının bu tavrına şahit olan talebeleri engel olmaya çalıştıklarında kıymetli hocam, “Bırakın, kardeşiniz derdini anlatsın”  demiş, kadını dinledikten sonra bu kardeşinize yardımcı olabilecek var mı diye sormuş ve bu sorumluluğu orada bulunan bir kişiye vermişti. Onun kadının itici tavırlarına rağmen merhametinden hiç ödün vermemesi ve anlayışla yaklaşması beni çok etkilemişti.

Büyük âlim, dava insanı Mahmud Ustaosmanoğlu hocamız “Davası İslâm olan herkes benim kardeşimdir”  derdi ve bu kucaklayıcı tavrını insanlarla ilişkilerine de yansıtırdı. Hocamızın sevgi merkezli iletişimi, ahlaki özellikleri ve sünnete bağlılıktaki hassasiyeti gölgesinden istifade eden herkese ve hepimize katkı sağlamıştı, bunu inkâr edemeyiz. Onun gölgesinden istifade edebilmek için birçok arkadaşım gibi ben de uzun yıllar Fatih’te yaşamayı tercih etmiş ve sohbetlerine iştirak etmeye çalışmıştım. Mütevazı bir hayatı vardı hocamızın, dünyaya hiç bir zaman meyletmedi ve sade bir hayat yaşadı. Rabbim onu Resulullah’a komşu kılsın ve rahmeti ile kuşatsın. (Âmin)