Ülkemiz, ne yazık ki hep nahoş konularda dünya birincisi

olmakta.

Cep telefonu ile konuşmakta da Avrupa birinciliğini

kimselere kaptırmayarak ipi göğüslemekte.

Türkiye ayda 404 dakikalık cep telefonuyla konuşma süresi

ile yeni bir rekora koştu.

İnternet aboneliğimizde, 73 milyon cep abonesi ile dahası

87 milyon numara taşıma işlemi gerçekleştiğine göre kimse bizi geçemez.

Keşke kitap okuma dakikası ile Avrupa yı geçse idik.

Ayda 404 dakika kitap okusa idik, kim bilir ne kadar

ilerlemiş olurduk.

Fakat facia gözümüzün önünde.

Yakınlarımızın bile ellerinde, aile yemeğinde ya da

evlatların anne baba ziyaretinde sanki kucağındaki bebektir, sürekli cep

telefonuyla ilgilenmekte, sohbete karışmamakta.

Cenazelerde bile göz atmanın ihmal edilmediği ilahi görev

sanki.

Hatta genç anneler için bebeği ile ilgilenmek bile geçmiş

zamanların demode bir uğraşı gibidir.

Elinde kocaman ekranlı bir cep telefonundan takip

etmektedir hangi mağazada ne indirimi bulunmakta ki ısmarlasın kapıya gelsin

kendi sokağa çıkarak yorulmasın.

Kimi zaman çocuklarına yemek yapmayacak kadar bağımlıdır

artık kadınlar.

Bazen günler önce gelen mesajı yeni görmüşümdür, cevap

veriyorum anında karşılığı gelmekte, mübarek sen yirmi dört saattir mi

internetin başındasın, hemen görüp yazdın, şaşmaktayım.

Koca adamlar olmuş evlatların güya aile ziyaretine gelip

ama salonda ebeveynleri ile konuşmayıp mutfağa geçip bir sigara yakarak,

saatlerce cep telefonları ile meşgul olmaları, sağlıklı bir ruh yapısına hiç

işaret değil.

Muhatabına saygıyı ara ki bulasın.

Bunun açıklaması şöyle, muhatap kim olursa olsun anne

baba, eş, evlat, arkadaş, akraba, dost; cep telefonumdan daha önemli

değilsiniz, hayatımın en baş aktörü şu telefon; o yüzden bir araya gelsek de

kalben ben o metal aygıta aidim, isterseniz kabul etmeyin, gerçek bu.

Arkadaşlar güzel bir mekânda buluşmuşlar ama masalların

meymenet bacısı gibi karaçalı sevenleri ayırmaktadır, muhabbet ara ki bulasın

herkesin gözü o kara kutudadır.

Yaşlı annelerin günlerce hazırlandığı aile yemeği ya da

ayda bir düzenlenen akrabalar gününde kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır.

Gözler yine kocaman telefon ekranlarından geçen

haberlerdedir.

Savaş beklentisi.

Rusya bizi ha vurdu ha vuracak, insanların sükûtuna kulp

bulup çerçeveleyip astığı bahaneler.

Kronik bir hastalık ve bağımlılığa dönüşmüştür gayrı.

Daha korkuncu, sosyal medyadan verilen sekaret haberleri:

İki yıldır çektiği amansız hastalığın son günlerinde,

lütfen dua edin, o kadar eridi bitti ki, tanınmaz halde, yalvarıyoruz dua edin,

tümör her yerine sıçradı, merhamet ediniz, hastayı unutmayınız

Acaba hasta ister mi, son saatleri ile ilgili durumundan

herkesin haberdar olmasını, o çok mahrem anları kendisine kalsın ister, eski

zamanlardaki gibi sosyal medyadan böyle tellal bağırtılması hiç ahlaklı bir

davranış değil.

Bebek fotoğrafları, çocuk mutlulukları acaba gerçekten

paylaşılıyor mu, artık her gün artan kısırlık vaka ları, doğmayan bebeklerle

kâbusa dönen hayatları ile kimi ailelerin gözlerine bebek fotoğrafları sokmak

ne kadar hakça bir davranıştır.

Ya da henüz yuva kuramamış yahut eşini kaybetmiş veya

ayrılmış insanların kalplerine paslı hançer sokar gibi düğün fotoğrafları ya da

bir mekânda teatral bir mutluluk pozu verilmiş yemek resimleri.

Teknoloji geçmiş çağlardan daha fazla mutsuzluk vermekte.

Artık ne o ulu ağaçların altında yapılan pikniklerin tadı kaldı ne de bir oruç

akşamı tertemiz sulanmış çardağın altında iftar sofrasının rayihası.

Cep telefonları, sosyal medya, öylesine savaş açmış ki

mutluluklara,

galiba ailenin çözülüşünde de artık sofra başlarında

toplanamamalarda da dünya birincisiyiz.