Eceabat ve Kilitbahir…

Çanakkale’nin güzelliklerinden bir demet.

Ne ki her gidişimde bu şehirde bir hüsran duymadan dönemem.

Çanakkale dönüşü hep hüzündür.

Bu güzel şehir için onca şehit verilmiştir, onca gazi geri kalan yaşamını sakat geçirmiştir.

Ama şehrin ahalisi bu şehitlerden, daha az sevmekte sanki şehrini.

Ne Diyarıbekir’den ne Trabzon’dan seveni eksilmiş, ne Dersim’den ne İzmir’den seveni geri kalmış.

O yılların savaş mevsiminde ülkenin yoksul gençleri bu cennet vatanın bir karışını yabana vermemek için candan vazgeçmiş.

Canan için tatlı canını vermiş.

Her gidişimde beni ürpertense, bu cennet köşenin içinde yaşayan sakinlerinin sanki savaş yaşamamış gibi uygarlığına uzak duruşu.

Ne bir konferans için geldiğimde salonun bir köşeciğini doldurabilmişler.

Ne gezmek için yolum düştüğünde, dinine bu kadar uzak duruşlarının sebebini çözebilmiş değilim.

Her yan İngilizce afişlerle dolu.

Yeryüzünün mavi gözleri midir, buna sebep diye çok düşünmüşümdür.

Ama o mavi gözlerden İstanbul’da da fazlasıyla mevcut, her yan deniz.

Ya da coğrafyanın mı, genetiği etkilediğini düşünmeliyim.

Avrupa toprağının, üzerinde yaşayanları evirip çevirip kendi kültürünü kodladığını mı kabul etmeliyim

Elbet çok güzel davranışları mevcut.

Bir kere camilerini çok iyi korumuşlar, o kadar temiz tutmaktalar ki, acaba ondan mı cemaat bile uğramamakta diye düşünmeden duramamakta insan…

Mezarlıkları da çok temiz ve bakımlı.

Mola yerlerinin tuvaletleri de tertemiz.

Hatta o çok sevdiğim doğunun ne camilerinin temizliği, ne mezarlıklarının bakımı yetişebilir kendilerine.

Doğuya gittikçe bezdiren tuvaletlerin bakımsızlığı, kirliliği bir başka sevimsiz konu iken.

Çanakkale şehri sanki her gün yaz kış denize dalıp çıkmakta, üzerinde bir toz tanesi bile bulamazsınız.

İyi de bu kadar temiz ve özenli bir şehir niye bu kadar uzaktır inancına.

Sanırım içki içmekte, Avrupa ile âşık atabilir.

Önceki gün bu güzel şehrimizde idim, nefesini tutmuş yeni yıl kutlamasına hazırlanmakta idi.

Yılbaşında bulunduğum batı kentlerinden hiç farkı yoktu.

Batıdan alınma kostümlerini bırakacak gibi değil.

İçkisiz otel bulmak, oldukça zor.

Bakıyorum, Çanakkale’de bile üstad Âkif’in “Çanakkale” destanını Erzurumlu bir kız öğrencimiz okumakta.

1915-1916 arasında, Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan kara ve deniz savaşları sanki başka bir coğrafyada yaşanmış.

İtilaf Devletleri için hedef İstanbul, yani payitahttı.

Çanakkale Boğazı’ndan işe başlayıp Osmanlı’yı bitirme savaşı idi.

Anadolu I. Cihan Harbi’nin yükünü çekmekte, yoksulluk içinde kıvranmakta idi.

Ancak Millî Mücadele’nin ateşini yakan Mehmet Âkif’in yurdun dört bir yanında verdiği söylevler, vaazlar; Anadolu halkını uyandırmış, “ya istiklâl ya ölüm” fikri bütün yüreklere nakışlanmıştır.

İtilaf Devletleri’nin saldırıları başarısız kalmış, iki tarafta çok ağır kayıplar vermiş ama zafer Osmanlı’nın olmuştur.

Bir kış günü bakıyorum da, üzerlerine karlar yağmış Seddülbahir, Arıburnu, Anafartalar cephesi hâlâ o günlerin dehşetini anlatmakta.

Suvla Koyu’nun şafaklarını kalemler yazamazdı.

Kocaçimentepe-Conk Bayırı hattında çikolata ile beslenen İngiliz, Fransız, Anzaklar; süpürge çöpünden ekmek yiyen Anadolu çocukları karşısında tutunamamıştı.

İmanın gücü, inkâra galip gelmişti.

Bu ağır sınavlara karşın Çanakkale insanının rahvan hali her gidişimde yüreğime elem vermekte.

Bu kış günü oradan dönüş çok zorlu oldu, arabamızı bırakıp otobüsle dönebildik, o da 12 saat yolda kalarak.

Olsun, diyorum dünyanın cennet diyarlarından biri olan Çanakkale; her eziyete değer, dedelerimiz kanlarını, canlarını bu uğurda feda ettiler…

Dileğim Çanakkalelilerin, Çanakkale’yi sevmeyi toprak altında yatanlara bırakmayıp; sahiplenip, o şehitlerin ruh anlayışlarını kuşanmaları.

İnşallah bir gün o da olur…

Çünkü az da olsa Çanakkale’de ağaçlar meyveye durmakta, yavaş yavaş ruh diriminden güller fışkırmakta.

İstanbul-Feshane’de Çanakkale günleri başladı, izlemeye gideceğim.

Çanakkale; büyük direnişin, hepimize özgürlük olarak geri döndüğü simge isim. Bu ülkenin gözbebeği, diriliş kalesi ve ruhunun fotoğrafı…