Kendi tabiriyle, kökleri Balkanlara kadar uzanan saygın ve otoriter bir aileden geliyordu. Kulağa hoş gelen bu imtiyazlar onun hayatını kolaylaştıracağı yerde çıkmaza sokuyor ve müşkül hale getiriyordu. Ailenin kendilerini bu ifadelerle tanımlaması genç üzerinde büyük bir baskıya neden oluyordu. Aile büyükleri “biz şöyle bir aileyiz, senin buna uygun davranman gerekir” dedikçe genç kendini bir kapana sıkışmış hissediyordu. Bu daracık kapandan ne dışarı çıkabiliyor ne de ortama uyum sağlayabiliyordu. Ailenin bağlı kaldığı o katı kurallar irili ufaklı taşlar gibiydi ve genç her seferinde bu taşların hedefi oluyordu. Ardı kesilmeyen eleştiriler, tenkit içeren ifadeler, uyarı adı altında yapılan tehditler ve çerçevesi daraltılmış katı kurallar belirliyordu hayatını. Sıkışmıştı, bu kapandan çıkmak ve özgürleşmek istiyordu. Kanatlarını açmak ve ufuklara kadar ulaşmak orada kendine bir dünya kurmak istiyordu. Geleceğe dair hedeflerini kendi iradesiyle belirlemek ve emin adımlarla yürümek istiyordu. Düştüğünde kendi çabası ile kalkmak ve yoluna devam etmek istiyordu. Bu daracık kapandan çıkmak, toprakla kucaklaşmak, gökyüzünü seyretmek, güneşle buluşmak ve insanlarla aynı caddede yürümek istiyordu. İnandığı dinin vecibelerini yerine getirmek, yaşamının tamamını bu doğrultuda şekillendirmek istiyordu. Fakat ne zaman harekete geçse ailenin engeliyle karşılaşıyordu. Bazen çok şey mi istiyorum diye soruyor ve sessizliğe gömülüyordu. On sekizini geride bırakmış bir gençti çok şey mi istiyordu gerçekten Ailenin sıkı sıkıya bağlandığı bu kurallar esnetilemez miydi Hayatın başındaydı, yaşamının en dinamik günlerini yaşıyordu. Gençti, sağlıklıydı, enerjisini doğru yöne kanalize edebilirse bütün hedeflerine ulaşabilirdi. Ama bu kapandan nasıl çıkacaktı Aile fertleri konuştuklarında “ biz dindar insanlarız” diyorlardı. Fakat Allah’ın koyduğu kurallara bu kadar bağlı kalmazken, büyüklerinden devraldıkları bu köhne alışkanlıklara sıkı sıkıya bağlı kalıyorlardı. Bu kurallardan ödün vermemek için çocuklarını dışlıyor, katı kuralları ile onları boğuyor, yalnızlaştırıyor ve hayattan tecrit ediyorlardı. Büyüklerin de hata yapabileceklerini, hatanın kimden gelmiş olursa olsun renginin siyah olduğunu onlara anlatamıyordu genç. Büyüklerden geldiyse hata yoktur, kuşku duymamalısın ve teslim olmalısın diyorlardı ona. Oysa büyüklerde küçükler gibi hata yapabilir, hatada ısrar edebilirlerdi. En büyük yanılgı ise büyüklerden devralınan davranış kalıplarının Allah’ın dinine uyup uymadığı noktasında analiz edilememesi ve saplantı haline getirilmiş olmasıydı. Aslına en büyük tehlike buydu. Fakat genç bunu onlara bir türlü anlatamamıştı.