Geçen yazımızda belirttiğimiz gibi, insanlık tarihinin ve bizim tarihimizin en kritik devresine girmiş bulunuyoruz. Bu safhada sayın ilgililere ve bilhassa Sayın Cumhurbaşkanımıza söyleyecek bir çift lafımız var: Son zamanlarda Amerika’daki ilgililere, Yahudi lobilerine, başka dünya liderlerine kulak verdiniz. Biraz da bize kulak vermenizi istirham ediyoruz.

Gündemdeki konu, Kuzey Irak’taki referandum. Bu vesileyle yangına körükle gidenler var. “Vur gözünün üstüne!” diyenler var. Bizi ateşin içine sürüklemek isteyenler var. Evvela şöyle geriye çekilip, en azından yüz yıllık tarihe göz gezdirip, bölgede oyun kurucuların hamlelerini kontrol edip, ona göre adım atmakta fayda var.

Dış politikada son 15 yılda yapılanları şimdilik şöyle bir kenara bırakalım, bundan sonrasına bakalım: İlk hedef, hiçbir Müslümanın burnunun kanamasına izin vermemek olmalı. Kardeş kardeşe asla silah çekmemeli. Bölgede nüfus ağırlığı olarak üç Müslüman millet var. Türk, Kürt ve Arap… Bu üç millet problemlerin çözümünde el ele vermeli. Bölgede Kürt nüfusun, yalnızca ülkemizde yaşayanların devleti var. Arapların ise devletlerini darmaduman ettiler.

Devlet deyip geçmeyin. Şöyle akl-ı selimle düşündüğünüzde, Cenab-ı Hakk’ın Müslümanlara devlet kurma emrinin hikmetini çok daha iyi anlarsınız. Allahu Teâlâ’nın emrettiği pek çok farzlar var. Ancak o farzlar içerisinde ilk farz, devlet kurmaktır. (Bu konuyu şimdilik bu kadarla bırakalım) Bölgeyi düşünelim: Irak’taki Kürtlerin bir devleti vardı. O devlet yakın tarihte kendilerine çok yanlış yapsa da -Halepçe katliâmı gibi- İyi kötü bir devletleri vardı. Birinci ve İkinci Körfez Savaşları ile o devletin çatısı uçup gitti. Bölge halkının tamamı ayazda kaldılar. O safhada mazlum Kürtlere ülkemiz sahip çıktı, kucak açtı. Savaşın kargaşasında sınırlarımızı Irak’taki Kürt kardeşlerimize açtık, aşımızı, ekmeğimizi paylaştık.

Suriye’deki Kürtlere gelince; Çok uzun yıllar buradaki Kürtler Suriye’deki idare tarafından adam yerine konulmadı. Nüfus cüzdanı dahi verilmedi. Vatandaş sayılmadı. Yani o insanların sanki bir devleti yok gibiydi, öksüz ve yetim çocuklara benziyorlardı. İşte böylesine bir atmosferde (ya da şuûrlu bir şekilde oluşturulan atmosferde), bölge üzerine asırlardır plan yapanlar devreye girdi. Sözde devletsiz Kürtlere hâmilik yapma rolü oynadılar.

Aslında yapılması gereken, ülkemizin bütün o Kürt kardeşlerimize candan sahip çıkması, kol kanat germesi idi. Bunu da çok rahat yapabilirdi. Zira bütün o bölgelerde yaşayanların çoğunun ülkemizde akrabaları vardı. Onlar vasıtasıyla, Kürt âlimler ve aşiret liderleri vasıtasıyla irtibat kurulabilirdi. Mürted durumuna düşmüş, ateist olmuş, terör örgütlerinin piyonu olmuş olanlar bahsimizin dışındadır. Onların dışındaki, bölgedeki bütün Kürt kardeşlerimizi kucaklamak, onlara sahip çıkmak, birinci derecede ülkemizin boynuna borçtur. Bu politika tâkip edilmelidir. Ülkemiz Suriye’deki ateşten kaçan kardeşlerimize kucak açmıştır. Çok da iyi etmiştir. Aslında temel politika olarak, ülkemiz; Dünyadaki bütün Müslümanlara ve bilhassa mazlumlara kucak açmalıdır. Dünyadaki bütün Müslümanlar, ülkemizi bir nevi kendi devleti görmeli ve bilmelidir. Bunun alt yapısı hazırlanmalıdır.

Biz yazarız diye, birçok konuyu uluorta yazamayız. Ârif olana bir işaret yeter. “Stratejik ortak” denilenlerle fotoğraf çektirilebilir, ancak, bilhassa bölgemiz için onlarla müşterek planlar yapamayız, birlikte hareket edemeyiz, sırlarımızı veremeyiz.

Dün misafir edip, havaalanına bayrağını çektirdiğiniz kimselerle bir anda kanlı bıçaklı olmak, ne derece doğrudur. O giderse, yerine gelen nasıl olacak? Yapılması gereken, bütün Müslümanlarla kardeşlik politikasını geliştirmek olmalı. Bilhassa bölgemizdeki Kürtlerle ve Araplarla. Bizler kardeşiz, komşuyuz. Unutmayın, komşu komşunun külüne muhtaçtır. Diğerleri ise gidicidir. Er-geç, şöyle veya böyle gideceklerdir. Onlar gidecek bizler biz bize kalacağız, yüz yüze bakacağız. İşte o zaman birbirimizin yüzüne bakabilmeliyiz.