Bugün bayram. Ancak hangi Müslümanın ağzının tadı var. Şöyle etrafımıza bir bakalım. En uzun sınırlarımızın olduğu komşu İslâm ülkeleri harap bir vaziyette. İşte Suriye! İşte Irak! Gözümüzü ötelere çevirelim: İşte Libya! İşte Filistin! Biraz da Afrika ve Asya taraflarına bakalım: İşte Arakan! İşte Keşmir! İşte Doğu Türkistan! İşte Afganistan!..De gel de bayram yap, yapabilirsen…

Beşiktaş-Olympiakos maçının beş-on dakikalık görüntülerini izlemiştim. Baktım stadyumu dolduran 40 bin kişi müthiş tezahürat yapıyor. O anda zihnimden bin türlü düşünce geçti. “Bir stadyum dolusu inanmış insan olsa, bu iş tamam!” dedim. “Bu iş”den kastım; mazlumların kurtarılması, İslâm yurtlarındaki işgâlcilerin defedilmesi, bütün insanlığın İslâm nûruyla tanışması… Peki, neden olmuyor? Dün Arafat’ta milyonlarca Müslüman yok muydu? Haydi, tekrar gidenleri çıkarın, geçen sene, önceki sene, daha önceki sene milyonlarca Müslüman yok muydu? Haydi, buna hacca gidenlerin yanı sıra, umreye gidenleri ekleyin. Bu kadar insan, bırakın topu, tüfeği, tükürükle bütün zâlimleri boğar. Peki, neden olmuyor?

Dikkat buyurun, yazımın başlığında “inanmış insan” dedim. Bu ifadeyi bilerek tırnak içerisine aldım. Asr-ı Saadet’te “inanmış insanlar” vardı. Allah’ın seçtiği ve beğendiği dine, yani İslâm’a nasıl inanmak gerekiyorsa o şekilde inanmış olan insanlar… Ve onlardan 40 tanesi 40 senede 40 devleti mağlup etti. Evet, veda haccında Arafat’ta Kâinatının Efendisinin (asm) etrafında toplanmış 120 bin inanmış insan vardı, ancak o muhteşem ağacın çekirdeği, temeli, 40 inanmış insandı.

Osmanlı Devleti bir avuç Kayı Beyliğinden doğmuştur. Oğuzların pek çok boylarından bu bir avuç topluluk tarih sahnesine çıkmıştı. Bunlar bir avuçtu, ancak “inanmış insanlar”dı. Kur’an’a ve Resûlullah’ın Sünnet-i Seniyyesine inanmış insanlar. Allah’ın dinini ve hükümlerini yeryüzüne yaymaya ve Kur’an ve Hadisle hükmetmeye azimli insanlar… Netice ne oldu?

Milyonlarca hacı toplanmış, ancak düzinelerle İslâm beldeleri işgal altında, milyonlarca Müslüman kâfirin çizmesi altında inim inim inliyor. Sebep? “Va’tesimûbihablillahicemi’an” emrine uymak yerine, kendi kafalarındaki doğrulara uyuyorlar. Kendi büyükleri, hocaları ne demişse onu kabul ediyorlar. Resûl-i Ekrem (asm), “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız!” buyuruyor. Buyurun bakalım, Müslümanlar birbirini seviyor mu?

Bugün bayram, dün Arafat’ta vakfeye durup, geceleyin ve sabah namazından sonra da Müzdelife vakfesini yapan, Mina’da şeytanı taşlayan, kurbanını kesen, ziyaret tavafını yapan Mukaddes beldenin misafirleri “hacı” oldu.

Ey Hacı! Sırtına “yumurta küfesini” yükledin, yükün ağırlaştı, haberin var mı? Sen o mukaddes beldelere niye gittin? AllahuTeâlâya biat etmeye. “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk!” dedin. Ne demek? “Rabbim, dâvetine sözüm ve özümle tekrar tekrar icabet ettim!” Hacı Efendi! Hacı Hanımefendi! Lütfen bu sözü unutmayın! Yalnızca kuru bir “hacı” unvanı için bu yolculuğa çıktınızsa yazık. Emeğinize yazık.

Hacı, artık Bedir’deki, Uhud’daki, Malazgirt’teki, İstanbul surları önündeki, Kudüs’ü Haçlılardan kurtarmaya azmetmiş ordu mensupları gibi, bir mücâhit ve mücâhidedir. Allah’ın dininden zerre kadar tâviz vermez. Hayatının sonuna kadar Allah’ın dinini hâkim kılmak için çalışır. Kınayıcıların kınamasına aldırış etmez.

Ah, Haccın hikmetine uygun davranabilsek, hacdan gerekli dersi çıkarabilsek, zaten iş bitecek. O vakit, “Bir stadyum dolusu inanmış insan aramaya gerek kalmayacak. Zira, sadece bir Hac mevsiminde Arafat’ta belki yüz stadyum dolusu insan var. Bu kadar insan, bid’atları terk etse, can u gönülden, Kur’an’a ve Hadise sarılsa, işte o imanlar, “Allahu Ekber!” diye haykırsa, inanın bütün kâfirlerin, zâlimlerin ödleri patlar, korkudan düşüp geberirler.

Rabbim, bu mübarek günler yüzü suyu hürmetine, bizlere şuûr versin, gerçek bayramlara kavuştursun. Bu düşüncelerle bayramınızı tebrik ederim.