Regina Otel in tam karşı sağ çaprazında da, sonradan
adada yaşanan tüm felaketlerin kaynağı olacak olan Polis Merkezi yer
almaktaydı. Dönemin Polis (Genel) Müdürü Lağudontis idi. Üç yıl sonra Kıbrıslı
Türklere toptan saldırıların başlangıcını teşkil edecek olan Tahtakala daki
saldırının talimatını veren, İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis in de has
adamı olan Lağudontis
Otelin önünden geçip Polis Merkezi nin önünden iniş aşağı
hızlanıp, Baf kapısının içinde yer aldığı tünele hızla girdik ve oradan da
surların dışına adeta fırlayarak çıktık. Bundan sonrası dümdüz tabak gibi bir
yoldu. Yunanistan Elçiliği nin önünden geçtikten sonra yarışmaya başladık
Aydın la Soluğumuz kesildiğinde artık Lefkoşa Genel Hastanesi ne gelmiştik.
Gözüm hemen babamın yeni aldığı arabayı aradı. Süt beyazı
renkli, Y066 plakalı yepyeni bir Jaguar dı babamın arabası. En çok da deri
koltukları, ön iki koltuğun arasında yer alan gösterişli ve cilalanmış tahta
topuzlu vites kolu ve de sürat göstergesinin ve diğer göstergelerin yer aldığı
ön tablosu hoşuma giderdi. Göstergelerin hepsi yuvarlak şekilde ve tahtadan
yapılmış, çok da güzel cilalanmış bir konsolun içine gömülüydü. Babamın bir
evvelki arabası, P plakalı O marka bir araçtı. Numarasını nedense
hatırlamıyorum. 268, 468 gibi bir sayıydı sanırım. Hiç de hoşnut değildi o
araçtan. Zaman zaman canı sıkılır, Bir daha O marka araba alanın diye söylenirdi kendi
kendine. Neydi hoşuna gitmeyen o arabada hiç öğrenemedim ama bayağı da
şikâyetçiydi. Jaguar ı alınca şikâyetleri bıçak gibi kesildi babamın. O dönemde
yollarda seyreden araç sayısı az olduğundan adeta rüzgârla yarış ederdi babam
yeni Jaguar ı ile. Öndeki iki kapının da kelebek camları vardı. Ben ön sol
koltuğa oturduğumda en çok, kelebek camını açıp yüzüme doğru çevirmek hoşuma
giderdi. Kliması sadece ısıtmak için miydi, yoksa hem ısıtıp hem de yazın
soğutuyor muydu hiç hatırlamıyorum ama ısıttığından eminim.
Babamın arabası yerindeydi. Özel bir yer vermişlerdi
babama aracını koyması için hastane binasının yer aldığı bahçenin içinde. Giriş
kapısına yüzümü dönünce sol taraftaydı. Dört direkten oluşan, üstü kapalı bir
garajdı. Görevi gölge yapmaktı sadece. Garajın ön kısmı da içinde yeşil
ağaçların yer aldığı bir koruluğa veya da park alanına bakıyordu. Hastanede
çalışan kişilerin araçları ise daha farklı bir yerde, zemini toprak olan geniş
bir alanın içindeydi.
Her zamankinden farklı olarak hastanenin önü ana baba
günüydü o gün. Her zaman olmayan bir kalabalık vardı kapının girişine yakın
yerde. Etrafı bir uğultu kaplamıştı ve Zito Enosis , Zito Makariotuto , Zito
EOKA , Zito Makarios , (Yaşasın Yunanistan la birleşme, Yaşasın ulu Makarios,
Yaşasın EOKA, Yaşasın Makarios) bağrışları duyuluyordu birbiri arkasına.
Birçoğunun ellerinde Yunan bayrağı ile mavi zemin üzerine yataylama beyaz büyük
bir haçın olduğu, ortasında da EOKA yazısı ile Akropolis tapınağı olduğunu
sandığım bir tapınağın resminin bulunduğu bayraklar vardı. Coşkulu coşkulu
sallayıp bağırıyorlardı.
Belli ki olağanın dışında bir durum yaşanmaktaydı
hastanenin giriş kapısı önünde. Meraktan çatlayacaktık Aydın la birlikte.
Bisikletlerimizi babamın garajının direklerinden bir tanesine yaslayıp,
kilitledikten sonra uçarcasına koştuk kalabalığa doğru. Boyumuz da oradaki
yetişkinlere kıyasla yarı boyda olduğundan daldık kalabalığın içine.
İtile kakıla, onu bunu çekiştirerek, bazen eğilip bacak
aralarından da geçerek önlere doğru ilerlemeyi başardık. Biraz önümüzde siyah
cübbesinin içinde bütün haşmeti ile Makarios durmaktaydı. Başında da silindir
biçiminde, üstü düz, siyah renkli, kenarlarından aşağıya doğru da siyah bir
kumaşın indiği başlık vardı. Boynunda ise iri gümüş renkli bir zincire takılı
kocaman bir istavroz (haç) sallanıyordu. Elinde de bir sopa vardı ama asası
mıydı yoksa bastonu muydu hiç hatırlamıyorum. Süslü güzel bir sopaydı. Elle
tutulan yeri gümüş gibi parlıyordu. Büyük bir olasılıkla da gümüşten
yapılmıştı. Hiç koskoca Başpiskopos ve de yeni Cumhurbaşkanı tahta sopa taşır
mıydı .. (Devam edecek.)