8 Aralık 2024 Orta Doğu tarihinde kayda geçecek günlerden birisi oldu. 61 yıllık Baas rejiminin çöküşüyle birlikte, Suriye’de bir dönem sona erdi. 54 yıllık Esad ailesinin iktidarı tarihe karışarak yerini geçici bir hükümete bıraktı. Rejimin devrilmesinin ardından ülkede önemli değişiklikler yaşandı. Yıllardır, iç savaş boyunca Suriye’nin etrafında dönen akbabalar ise yeni konjonktürde yerlerini almak için çalışmalarına ilk günden başladı. Eski rejimin kalıntıları, yıkılmış altyapı ve derin acı ve yaralar, yeni bir siyasi düzenin temellerinin atılmasını güçleştirirken, Avrupa ülkeleri bu krizi fırsata çevirebilmek adına çeşitli iş birlikleri arayışına girdi. Suriye halkı ise yıkılan sistemin ardından kendi kaderlerini tayin edebilmek ve geleceklerini inşa için yollar bulmaya çalışıyor.
Suriye’deki rejim değişikliğinin ardından, doğal olarak diplomatik arenada hızlı bir dönüşüm yaşandı. Tabi bu dönüşümün temelinde ülkelerin stratejik çıkarlarını koruma arzusu yatıyor.
İspanya, Almanya, Fransa gibi ülkeler başkent Şam’daki elçiliklerini yeniden faaliyete geçirerek, Suriye ile ilişkilerini normalleştirmeye başladı. Türkiye de rejimin devrilmesinin hemen ardından Şam’daki büyükelçiliğini açtı ve Suriye’nin yapılanma sürecini ıskalamamak amacıyla çaba içine girdi. 8 Aralık’tan hemen sonra zafer sarhoşluğu içinde sanki Suriye’nin tamamında Türkiye etkin olmuş gibi iç kamuoyunda oluşturulan hava yerini daha temkinli hareket etmeye bıraktı. Asıl meselenin şimdi başladığına dair soğuk gerçekle yüzleşen Türkiye daha kontrollü olmaya ve süreci daha kapsamlı okumanın yollarını arıyor. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın 13 Mart’ta gerçekleştirdikleri Şam ziyareti de bu çabanın bir sonucu olarak anlaşılabilir.
Bilindiği gibi uluslararası ilişkilerin temelini konjonktürler belirler ve 8 Aralık sonrası Suriye’de yaşananlarla birlikte tarih aslında yeniden yazılıyor. Avrupa Birliği’nin (AB) siyaset yapıcıları da Suriye’de rejimin çöküşünü barış ve istikrar vesilesi falan görmüyor. Öyle olsaydı iç savaş sırasında tutumlarıyla bunu ispat ederlerdi. Avrupa için bu süreç aynı zamanda yeni bir konjonktürün ve jeopolitiğin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Yani yeni duruma uyumla birlikte çıkarlarını nasıl koruyacaklarının telaşına düştükleri söylenebilir.
Avrupa’nın geçmişte yaşadığı mülteci krizleri, bölgedeki istikrarsızlığın doğurduğu risklerin yalnızca biriydi. Kapsayıcı ve sürdürülebilir bir Suriye’nin yeniden inşası, mülteci krizi noktasında Avrupa için potansiyel risklerin bertaraf edilmesi anlamına da geliyor. Öte yandan ekonomi ve sanayi açısından değerlendirildiğinde bu konunun AB için taşıdığı anlam daha da büyüyor.
Suriye’nin coğrafi konum itibarıyla enerji nakil hatlarına olan yakınlığı ülke üzerindeki çıkar hesaplarını daha da çetrefilli hale getiriyor. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından Avrupa’nın yaşadığı enerji krizini değerlendirdiğimizde “yeni” Suriye gibi alternatif enerji rotaları, Avrupa ülkelerinin iştahını kabartıyor.
Tabi Suriye’nin coğrafi olarak tek önemli yanı bunlarla da sınırlı değil. Bildiğiniz üzere Suriye’nin iki önemli liman şehri var; Tartus ve Lazkiye. Bu iki şehir, aslında Rusya’nın da Suriye’ye ilgi duymasının en önemli nedenleri arasındaydı. Tartus, Rus askeri ve ticari gemilerinin Akdeniz’de onarımlarından yakıt ikmallerine kadar her konuda kullanabildiği önemli bir limandı. Bu liman şehirlerinin varlığı Rusya için ne kadar büyük anlam taşıyorsa, Avrupa için en azından iki katı daha fazla anlam taşıyor. Çünkü bu şehirler Suriye üzerinden oluşturulabilecek yeni bir ticaret rotası için önemli olduğu gibi Suriye’nin Akdeniz’de talep edeceği haklar açısından da önem arz ediyor.
Avrupa ülkelerinin bugün içine sürüklendiği çıkmazda bu alanı siyasi istikrarı oturmuş bir Suriye ve Rusya ortaklığıyla birlikte teslim etmesi (kendi adlarına) olabilecek en kötü senaryo idi. Tam da bu noktada, Rusya 2019’da eski yönetimle anlaşarak, 1971’den beri kullandığı Suriye’nin Tartus kentindeki limanı 49 yıl daha kendisine bağlamıştı. Suriye'deki yeni yönetim ise Rusya ile yapılan bu anlaşmayı geçtiğimiz ocak ayında iptal etti. Bu son gelişme de Avrupalıların Suriye’ye olan bakışlarını güçlendirdi.
Tüm bu güç dengesinin içinde Türkiye’nin Suriye’yle olan bağları da ayrı bir önem taşıyor. Tarihi, kültürel ve coğrafi yakınlık, Türkiye’yi Suriye’deki gelişmelerin doğrudan etkilediği ülke konumuna getiriyor. Türkiye’nin Suriye’nin yapısal inşasında, uluslararası ilişkiler dengesinde ve dolayısıyla bölgesel istikrarın sağlanmasında alacağı rol kritik anlamlar içeriyor. Türkiye’nin bu süreçteki aktörlüğüne, doğru rehberliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
Bu bağlamda, Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri her şeyden önce kendi güvenlik meselesi olarak görmesi tabi ki doğrudur ve bugün gelinen durumda Türkiye’nin, Suriye’de her zamankinden daha fazla aktif rol alması, Suriye ile ortak stratejiler oluşturması şarttır. Ancak yeni Suriye yönetimin buna gönüllü olduğunu söylemek zor. Sanki mevcut yönetim Türkiye ile 911 km sınıra sahip olmanın gerçekliği üzerinden bir ilişki geliştirmeye çalışıyor. Ülkenin yeniden inşası için finansman ihtiyacını özellikle Körfez’den sağlamayı daha kısa zamanda çözüm olarak gören Suriye, kendince bir denge tutturmak ve olabildiğince İsrail dahil kimseyi karşısına almayarak çözümler üretmenin yollarını arıyor.
Bu karmaşık ilişki ağını yönetmek ne kadar mümkün bunu yakın zamanda göreceğiz.
Sonuç olarak Avrupa ülkelerinin peş peşe elçiliklerini aktif hale getirmesi, Suriye’ye daha yakından bakılması gerektiğini herkese gösteriyor. Türkiye’ye düşen ayakları yere basan, kurumların bir an önce işler hale geldiği, siyasi ve toprak bütünlüğünün tesis edildiği, toplumsal kesimlerin tamamının barış içinde yaşadığı bir Suriye için sağlıklı adımlar atması ve Suriye’ye doğru rehberlik yapmasıdır.
8 Aralık’tan hemen sonra Cuma hutbelerinde bile “Fetih” vurgusu üzerinden kullanılan dilin, bazı tehlikeli gelişmelerin olması gerektiği gibi okunmasını engellediği iyi tahlil edilmelidir. Suriye gibi hayati bir meseleyi hala iç politikada malzeme olarak kullanmak doğru değildir. Avrupalıların bu Suriye ilgisi, İsrail’in Golan Tepeleri ve çevresini işgal etme girişimi umarız akılları başlara getirir.