(Câlût, tüm heybetiyle Davut’a doğru atıldığı vakit, Davut da bir hışımla Filistî saflarına doğru koşmaya başlar. Bir yanda boylu boslu, başı tunçtan miğferli, baldırı zırhlı, sırtı kargılı, eli mızraklı, yılların savaşçısı Câlût; diğer yanda ise ufak tefek, çelimsiz ve elindeki sapanından başka savunma ya da saldırı silahı olmayan genç Davut… Sonra Davut, dağarcığından çıkardığı taşı sapanına yerleştirir ve havada birkaç tur döndürdükten sonra Câlût’a doğru savurur. Gatlının miğferindeki boşluktan görünen çıplak alnıyla buluşan taş, devasa savaşçıyı yere serdiğinde, onu mağlup etmek işten bile değildir artık… Câlût’un bedeninden ayırdığı başını Tâlût’un önüne atan Davut, imanıyla galip geleceği iddiasını ispatlar.)

Kurulduğu günden itibaren Filistin davasının çatısını oluşturan, bir nevi yegâne temsilcisi sayılan Filistin Kurtuluş Örgütü (kendisine bağlı El-Fetih, Halk Cephesi gibi örgütlerle birlikte) Birinci İntifada ve Oslo’dan sonra iki devletli çözümü kabul eder. Bu durum alelade bir gelişme değildir. İşgal güçleri Batı Şeria ve Gazze topraklarından arkalarına bile bakmadan çekilme kıvamına gelmişken Oslo görüşmeleri ile onlara sadece zeytin dalı uzatılmaz; birkaç yüzyıllık zeytin ağaçları alenen hibe edilir. Filistin direnişinin 1993’e kadar öyle ya da böyle başını çeken El-Fetih ve FKÖ, işgalcilerin kurduğu uyduruktan devleti tanımakla kalmaz,  1948’den itibaren kısım kısım işgal ettiği toprakları yani Filistin topraklarının dörtte üçünü resmen Yahudi’ye bırakır. Bununla da kalmaz, Yahudi’nin güya feragat edip lütfen çekildiği Gazze ve Batı Şeria toprakları üstünde kayyum atanabilecek bir belediye kadar hükmü geçmeyen, hareket alanı olmayan, iç ve dış güvenlik için asker bulundurmaması şart koşulan bir devlet kurulur. Nasıl ki bu ruh aynı ruh diye slogan geliştirilmekteyse ruhsuzluk da aynı ruhsuzluktur. Kimilerinin pek zoruna gittiğinden olsa gerek son zamanlarda her konuşmasının içine bir şekilde yerleştirdiği dokuz buçuk milyar dolarlık ticaret hacmi gibi birilerinin feragat edişi, lütfu, asla yerine getirilmeyen sözleşmelerle kurulan bir yapı… İşte cihanın barış tahayyülünde topu taca atma mahiyetinde ikide bir sözü edilen 1967 sınırları böyle bir şeydir. Bu şartlar altında henüz birkaç yıl önce oluşmuş, Birinci İntifada ve zamanına göre yeterince modern feda eylemlerini yürüten HAMAS (Hareketu’l–Mukavemetu’l–İslamiyye) yarım asırlık Filistin direnişini devralır. Kurulduğu tarihlerden itibaren ‘siz direniş adına nasıl bir işlev görüyorsunuz ki’ gibi söylemlerle alay konusu olan, direnişi baltalamakla suçlanan ama bu arada alay edenlerin de tüm faaliyetlerini durdurduğunu, hatta Yahudi’yle birlikte yaşamak fikrini hayata geçirdiğini gören HAMAS, Oslo’ya ve sonuçlarına şiddetle karşı çıkar. Karşılığında da bizzat Filistin’de devlet kurup büyük başarılar elde ettiğini zannedenler tarafından zulme uğrar; öncüleri şehit edilir, mensupları tutuklanır, hapislere doldurulur, işkencelere, baskılara maruz bırakılır. Dönemsel olarak Filistin direnişinin liderliğini yürüten Ebu Ammar’ın imzaladığı bir anlaşmaya muhalefet etmek Yahudi’den çok işgalcilerin güvenliğini sağlayan koruculara dokunur. Hem de onlar, yetmişlerin devrimci söylemiyle kendine yön belirlemiş, halkın havsalasında yer edinmiş, kanıksanmış davalarına karşı İslami direnişi ve hareketi hakaret sayıp tehdit zannederler. Çünkü Müslümanlar teslim olmayı, gönüllü uzlaşmayı, sus payı diye verilen statüyü reddeder; onurlu bir direnişi tercih edip taş atmak suretiyle alınan yolu kurşun sıkmakla genişletmeyi dener. Artık taş çocukları (Etfalü’l-Hicara) taşla sapanla kalmaz; el yapımı bombalar, dedelerinden kalma silahlar, satın alabildikleri kaleşnikoflarla yolarına devam ederler. Bir yandan eğitim, silah yapımı ve kullanımına o kadar ağırlık verirler ki o imkânsızlık içinde kendi tekniklerini oluşturabilsinler. Nihayet 7 Ekim 2023’te otomatik silahların yanında, yüzlerce roket ve füzenin fırlatıldığı, patlayıcı yüklü insansız hava araçlarının kullanıldığı bir harekât başlatırlar. Şimdiki halde Yasin Roketi, El-Esif Torpidosu, F7 RPG’si, Şavaz Bombası gibi hayli işlevsel silahların üretilip kullanıldığı görülür.

İşbirlikçiliğe gelince o, içeride de dışarıda da direnişin ve Filistinlilerin hayal kırıklığıdır. Oslo görüşmeleri sonrasında ne olmuşsa daha beteri şimdiki zamanda ellerini ovuşturan işbirlikçilere uygulatılır. Yahudi terörüne ticaret adı altında lojistik sağlayanların çağırıp meclislerinde konuşturdukları, alkışlayıp ıslıkladıkları kimi işbirlikçiler, direnişçilerin ziyana uğraması için mülteci kamplarına saldırmaktan çekinmez. Bu bağıntıyı fark eden düşman elbette onlara mühimmat sağlayıp güvenliklerini garantiler. Acıdır. Ancak bu acıyı içinde duyumsayan insanlar birer birer eksilir.