Yetenek mi, yoksa çalışmak mı daha önemlidir, eskiden beri gelen bir tartışma konusudur. Yetenek olmadan olmaz, çalışmazsanız olmaz, her ikisi de olmadan olmaz gibi görüşler farklı şekillerde ele alınmıştır. Sağlıklı ve iyi planlanmış bir eğitim sisteminde her iki yönde geliştirilmiş planlamalar uygulanmaktadır. Bu durum ilkokul bitene kadar keşif, sonrasında branşlaşma olarak kendini gösterir. Eğitim sisteminde başarı gösteren ülkelerde genel olarak ilkokul bittiğinde öğrencilerin hangi yola girecekleri aşağı yukarı belirlenir. Elbette ilerleyen yıllarda kulvar değişikliği imkânı da verilerek bu sistem işletilir.

Her insanın doğuştan gelen yeteneklere sahip olması ayrı, bazı insanların doğuştan belli konularda çok yetenekli olması ayrı, çok az insanın fazla yetenekli olmamasına rağmen çok yetenekli olanların bile disiplinli bir çalışma ile önlerine geçmesi apayrı bir konudur. Bence yetenek, tek başına hiçbir anlam ifade etmez. Bu konuyu, “yeteneklerin keşfi” bahsinden bağımsız olarak ele alıyorum. Zira yeteneklerin keşfi sistemsel bir konudur, özelde ise aile içi bir meseledir. Normalde eğitim sisteminin kodlarında öğrencilerin yeteneklerini keşfetmek ve kategorize etmek vardır ama maalesef ülkemizde bu konuda geneli kapsayan bir çalışma bulunmamaktadır. Böyle durumlarda iş öncelikle aileye, sonrasında bireysel olarak öğretmenlere düşer. Anne-babalar yetişme şartları, bilgi seviyeleri ya da ekonomik durumları sebebiyle bu konularda yetkinlik sahibi olmayabilir. Onlar için alternatif şans ancak çocuklarının iyi bir öğretmene denk gelmesinden başka bir şey değildir.

Yetenek ve disiplin konusuna dönecek olursak, şu muhakkaktır ki, disiplinli bir çalışma olmadan yetenek tek başına çok da fazla anlam ifade etmez. Disiplinli bir çalışma ifadesi de aslında doğru değildir zira disiplin, istemesek de düzenli ve gayretli bir şekilde çalışmanın karşılığıdır. Aslında buna “disiplinli olmak” denmelidir. Bu arada yetenek ile üstün yetenek arasında da ciddi farklar vardır. Yetenekli ya da üstün yetenekli insanlar çok çalışmasa da normal standartların üzerinde bir performans ortaya koyabilir. Disiplinli bir şekilde çalışırlarsa gerçekten çok başarılı olurlar ama üstün yetenekli bir insan gerçekten üstün yeteneği oranında nitelikli bir disiplin ortaya koyarsa işte o zaman efsane olur. Bugün çelloda Hauser, futbolda Ronaldo, teknolojide Elon Musk gibi isimleri efsane olarak sayabilirsiniz.

Çocukluk yıllarımızda NBA maçlarını izlemek için gecenin ikisinde üçünde kalkardık. Chicago Bulls’u izlerken gözümüz hep Michael Jordan’ın üzerindeydi ve o topu eline aldığında kalp atışlarımız hızlanırdı. “Acaba şimdi ne yapacak?” diye merak ederek heyecanla izlerdik. Yıllar sonra Michael Jordan’a bir belgesel çektiler. Belgeseli izlediğimde Jordan’ın sadece çok yetenekli olduğu için değil deli gibi çalıştığı için efsane olduğunu anladım. Bunu sadece anlattıklarından ya da o dönem kendisi ile oynayan arkadaşlarının anlattıklarından anlamadım. Öyle bir detay gözüme çarptı ki, bu beni gerçekten şok etti.

Jordan ile röportaj yapılırken kendisi evin bir köşesinde rahat bir koltukta oturuyor. Klasik, rahat zenci oturuşunu bilirsiniz ve onların konuşurken jest ve mimiklerini nasıl kullandığını, bu konuşma şeklini el kol hareketleri ile nasıl desteklediklerini de bilirsiniz. Jordan’ı bu haliyle izlerken sağ elinin işaret parmağı gözüme çarptı.  İşaret parmağının uç kısmı resmen geriye doğru bir form almış. Acaba kaç saat, kaç gün, hafta, ay ya da kaç yıl çalışarak, basket atarak insanın işaret parmağı geriye doğru kıvrılır!

Gerçekten çok enteresan. “Efsane olunmaz, efsane doğulur” diye bir laf var ya, aslında onu “yetenekli doğulursa, efsane olunabilir” diye düzeltmek lazım.