Müslümanların kaybedilmiş yakın zamana ağıt yakmaktan kurtulup geleceğe yönelik bir inşa sürecine girmesi gerekir. Son yüzyılımızda görülen tablo, düne hamaset yüklemekten bugünü şikâyet etmekten öteye gidememiştir. Geleceğe dair konuşabilmemiz için geleceğe dair düşünceler ortaya koyabilmemiz gerekir. Fakat günümüz Müslümanlarının etkin, verimli ve asla dönük böyle kurgusal bir çabaları olduğu söylenemez.
Geleceğe dair düşünmek sadece geleceği düşünmek değildir. Geleceğe dair düşünmekten bahsederken aslında geleceğe müdahale edecek, geleceği dizayn edecek bir tasavvuru ifade ediyoruz. Yarınlar için anlatılmış masalları bırakıp somut bir yarına uyanma kaygısında olmalıyız. Bu meseleyi kendimize dert edinmediğimiz sürece bugünün kayıp zamanından geleceğe umut biriktirmenin hiçbir anlamı yoktur.
Geleceğe dair düşüncemizde karşımıza çıkan en büyük hata, geleceği bugünün daha gelişmiş hali olarak tasavvur etmemiz olacaktır. Hâlbuki gelecek bugünden çok farklı bir anlayış, kavram ve paradigma üzerinde yükselmelidir. Eğer bugünü yeterli görüyorsak gelecek adına düşünmenin bir anlamı yoktur. Eğer bugünü temelde doğru ama yetersiz buluyorsak geleceği bizim değil bugünü kuranların inşa etmesi daha isabetli olacaktır.
Ama bizler bugünü kuranların doğrular üzerinden hareket etmediğine inanıyoruz. Bu yüzden yanlışlar üzerine kurulu bugünü daha da geliştirmenin bir anlamı olmamalıdır. Bizler yarına müdahil olmak istiyorsak, bunu kurucu iradenin kıyısına, köşesine ya da eteğine yapışarak yapamayız. Bizzat yarını kuran irade olmak için çabalamalıyız.
Geçmişe dönüp baktığımızda, biz bu hatayı geçen üç asırlık dönemde yaptık. Üç asır önceyi geçmişin daha gelişmişi olacak diye beklerken ve bunun için çabalarken yeni bir dünya kuruldu ve bizler bu dünyanın dışında kaldık. Çünkü kurulan dünya önce geçmişiyle olan bağını kopardı. Daha sonra ise yeni değerler, yeni kavramlar ve yeni anlayışlar üzerinden bir dünya inşa etti. Bizler ise geçmişe özlem duyarken yeni kurulan dünyaya müdahale edemedik.
Osmanlı’nın son dönemlerinde yapılan çabalar hep eski ihtişamlı günlerin özlemiyle geçti. Bu ihtişam üzerinden kendimize bir rol biçtik ve olup bitene körleştik. Bu ihtişamı tekrar yakalama ve aşma arayışı bizi asıl sorunlarımızdan ve istikametimizden uzaklaştırdı. Neticede yeni bir dünya kurulduğunda iş işten çoktan geçmişti.
Muasır uygarlığın fevkine çıkma misyonu da aslında bundan farklı değildir. Geçen yüzyılın daha gelişmişini arzulamak, umut etmek bizi bugünün aktörü değil nesnesi durumuna getirmiştir. Bu yüzden üzerinde düşünmemiz gereken mevzu geleceği kuracağımız paradigmanın ne olması gerektiğidir. Bunun için zihnimizde kaygılar biriktirmeliyiz.
Önce düşüneceğiz çünkü harekete yön ve kıvam verebilmemiz ancak düşünmeyle mümkündür. Fikri tembelliğimizden kurtulduğumuz zaman fikri esaretten de kurtulabiliriz. İşte o zaman farklı bir arayışa, farklı bir anlayışa ve hür bir tefekküre ulaşabiliriz. Bu hür düşüncenin verdiği güçle de yeni bir dünyanın kurucu iradesi olabiliriz.